SON DAKİKA

Suudi medyasının Türkiye karşıtlığı ve acınası hali

Türkiye’nin Cemal Kaşıkçı soruşturmasında sonuna kadar gitme konusundaki kararlılığını gören Suudi medyası kara propagandasını daha da ileriye taşıyarak Türkiye karşıtı haber ve analizlerinde FETÖ ağzını aratmıyor.
26 Şubat 2019, Salı - 13:56
Türkiye ile Suudi Arabistan son yıllarda birçok krizde karşı karşıya geldi. Riyad’ın Mısır’daki darbecilere desteği, arkasına ِAbu Dabi ve Kahire’yi takarak Katar’ı ablukaya alması ve İstanbul’daki başkonsolosluğunda işlenen Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti, ilişkilerde adeta soğuk duş etkisi yaptı. Suudi Arabistan medyasının bu etkinin tesiri altında adeta ezildiğini, Türkiye karşıtlığı adına içine düştüğü acınası hali gözlemliyoruz.

Uluslararası ilişkilerde medyanın azımsanmayacak bir rolünün olduğu, önemli bir propaganda aracı olarak kitleleri doğru veya yanlış yönlendirmek için kullanıldığı herkesin malumu. Özellikle de bir haberin veriliş şekli ve hatta seçilen fotoğraf karesi veya görüntü, medya kuruluşunun bakış açısını ve vermek istediği mesajı yansıtabilmektedir.

Körfez medyasının ve özellikle de Suudi Arabistan medyasının siyasetle ve ülkedeki karar alma mercileriyle olan yakın ilişkisinin bu tür kara propaganda faaliyetlerinde etkili olduğu şüphesiz. Zaten yazılı ve görsel medyanın başındaki isimlerin bir süre sonra diplomasiye hızlı bir geçiş yaptıklarını, medyada çalıştıkları süre zarfında resmi söylemin mesajlarını gayet "başarılı” şekilde sayfalarına ve ekranlarına taşıdıkları için ödüllendirildiklerini söyleyebiliriz. Bunun son örneği geçtiğimiz günlerde Kral Selman bin Abdülaziz tarafından Birleşik Arap Emirlikleri Büyükelçiliğine atanan Suudi gazeteci Türki ed-Dahil. Bir süre öncesine kadar Suudi Arabistan destekli Al Arabiya televizyonu genel müdürlüğünü de yürütmüş olan Dahil, medyadan diplomasiye hızlı bir geçiş yaparak bir nevi ekranlarda gösterdiği performansının karşılığını almış oldu.

Hal böyle olunca Suudi Arabistan medyasındaki Türkiye karşıtı haber ve analizleri Riyad yönetiminin yönlendirmelerinden bağımsız düşünmemiz mümkün değil. Gerçi Suudi yetkililer, bu tür haber ve analizler yayınlayan gazetelerin resmi olmadığını dile getirerek eleştirileri savuştursa da medyanın ağız birliği etmişçesine Türkiye’ye karşı sistematik şekilde yayın yaptığı da bir gerçek. Burada Türkiye karşıtı haber ve analizlerden daha fazla dikkat çeken nokta, kullanılan dil ve yalan habercilik açısından FETÖ’nün yayın organlarını aratmaması.

24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimleri öncesi Suudi Arabistan gazeteleri tıpkı Batı ülkelerindeki gazeteler gibi "diktatör, sultan, İhvancılık ve yeni Osmanlı” gibi kavramlarla kara propagandaya girişmişti. Ukaz gazetesi 24 Mayıs tarihli nüshasında " Erdoğan Sultan’ın Yanılgıları” manşetini atarken "Osmanlıcılık ile İhvan Arasında Mut’a Nikahı” başlığı altında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik "İsrail’e hizmet etmek ve Orta Doğu’da nüfuzunu arttırmak için Arap ve İslam dünyasındaki sorunları kullanmak " gibi akla ziyan bir suçlamaya da yer veriyordu. Bu tür suçlamalar genelde Batılı ülkelerin medyasından gelirdi ancak bu iddiaların diktatörlük ve monarşi ile yönetilen, geçmişinde tek bir demokratik seçim örneğine şahit olmamış bir ülkenin medyası tarafından dillendirilmesi, hem trajikomik hem de düşündürücü.

Seçimlerden sonra ABD yönetiminin Papaz Brunson’ın serbest bırakılması talebi üzerinden Türkiye’ye karşı yürüttüğü ekonomik şantajın etkileri, Suudi Arabistan medyası tarafından bir kara propagandaya dönüştürüldü. Türk ekonomisinin çok zor durumda olduğu temasını işleyen zehirli haberlere ve yorumlara yer verildi. Ukaz gazetesi yazarı Rami el-Ali, Türk lirasındaki düşüşü konu aldığı makalesinde, Türk ekonomisine yönelik yürütülen uluslararası komployu görmezlikten gelerek Türkiye ekonomisinin can çekiştiği yorumunu köşesine taşıdı. Yine aynı gazetenin bir başka yazarı Ahmed Avad "Liranın Savaşı” başlıklı makalesinde FETÖ yazarlarına taş çıkarırcasına ekonomik sıkıntılar ve paralel yapı mensuplarına yönelik tutuklamalar üzerinden "Türkiye’de bu kez başarılı olacak bir askeri darbe yaşanacağı” hezeyanını dillendiriyordu.

Tabi Körfez menşeli sahte sosyal medya hesapları da bu süreçte paralel bir kampanya ile Türk mallarının boykot edilmesi ve tatil için bu ülkeye gidilmemesi çağrıları yaptılar. Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden yürütülen bu tür kampanyalara bazı Suudi hesaplar ve yazarlar da ön ayak olsa da genel olarak Suudi Arabistan halkının bu türden çağrılara kulak asmadığı görülüyor. Tatil için Türkiye’yi seçen milletler arasında Araplar ve Suudiler ikinci sırada yer aldılar. 2017 yılında Türkiye’ye gelen Arap turistler içinde Suudilerin sayısı 600 binin üzerindeydi.

Katar’a bağımsızlık göndermeleri
Türkiye’ye yönelik yürütülen ekonomik kıskaç süreci içinde, Katar’ın Türkiye’ye verdiği 15 milyar dolarlık yatırım desteği, BAE ve Mısır medyası kadar Suudi Arabistan medyasını da rahatsız etti. El-İktisadiye gazetesi "Katar’ın Türkiye’ye boyun eğdiğini” yazarken Doha’nın ulusal bağımsızlığından ödün verdiği iddiasıyla yaygaralar koparıldı.

Katar, bilindiği üzere Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın "terör örgütlerini desteklediği” suçlamasıyla 5 Haziran 2017’den bu yana bu ülkelerin ablukası altında. Ancak Katar, o günden beri Ankara ve Tahran’ın desteğiyle ablukayı aştı. Katar’ın Türkiye ve İran’la siyasi, ekonomik ve askeri ilişkilerini geliştirmesi Suudi Arabistan medyasının günlük olarak hedef aldığı konuların başında geliyor. Haber ve analizlerde genelde "Katar’ın kendisini İran ve Türkiye bloğunun kucağına attığı, terörü desteklediği ve Arap iş birliğinden uzak durduğu” teması işleniyor.

Türkiye ve İran’la yapılan "gizli” anlaşmalarla Katar’ın kendi bağımsızlığını "hiçe saydığı” yorumları yapılıyor. Hatta Suudi Arabistan’ın Sabq adlı internet gazetesi "Katar Osmanlı vilayetine dönüştü” manşetini kullanıp, Katarlı muhalif dediği Cabir el-Meri adlı kişinin Doha yönetimi aleyhindeki açıklamalarını sayfalarına taşırken, El Vatan gazetesi, "Türkiye ile yapılan askeri anlaşma Katar’ın egemenliğini ihlal ediyor” başlıklı haberi servis ediyordu.

Suudi El Cezire gazetesi yazarı Abdullah El-Atiş, "Ankara Doha’nın servetini yiyip bitiriyor” başlıklı makalesinde, Türkiye’nin sadece kendi çıkarlarını düşündüğünü, milyarlarca doların Katar’ın himayesi altında Doha’dan Ankara’ya gittiğini, Katar ekonomisinin Arap bölgesindeki terör örgütlerini finanse etmeye çalışan rejimin yanlış politikaları sebebiyle büyük zarara uğradığını iddia etti.

Saldırılar Kaşıkçı cinayeti sonrası arttı
Suudi Arabistan medyasındaki Türkiye karşıtı haber ve analizler, son aylarda ve özellikle de Kaşıkçı cinayeti sonrası gözle görülür şekilde arttı. Cinayetin Suudi Arabistan’ın toprağı sayılan İstanbul başkonsolosluğunda işlenmiş olmasına rağmen ilk günlerde Suudi medyası cinayeti Türkiye’nin "gazeteciler açısından güvenli olmadığı” teması üzerinden grafikli haberlerle vererek, adeta Kaşıkçı’nın akıbetinden Ankara’yı sorumlu tuttu.

Ukaz gazetesi 11 Ekim tarihli nüshasında Türkiye’nin Suudi ve Körfezli turistler için güvenli olmadığını yazarak son yıllarda meydana gelen patlamalar üzerinden bir algı operasyonu yürütüyor, adeta Kaşıkçı cinayetinin üzerini örtüyordu.

Türkiye’nin soruşturmayı soğukkanlı şekilde sürdürüp sonuna kadar gitme konusundaki kararlılığını gören Suudi medyası, kara propagandasını bir adım ileriye taşıyarak Türkiye karşıtı haber ve analizlerinde FETÖ ağzını aratmadı. Neredeyse her gün Türkiye’yi hedef tahtasına koyup kendi kamuoylarını yanıltmaya çalışıyor, sadece "çamur at izi kalsın” bağlamında rastgele atışlarda bulunuyorlardı.

Örneğin Al Vatan gazetesi Türkiye’yi yeni yılda çok önemli beş sorunun beklediğini yazdı. Gazete, Ankara’nın Libya’ya silah kaçırdığını öne sürerek bu konuda uluslararası yaptırım geleceği, İran’a yönelik ABD yaptırımlarını ihlal etmenin, on binlerce "devlet memurunun” görevden alınmasının, muhalif medya organlarına baskı ve liradaki değer kaybının kötü sonuçları olacağı kehanetinde bulundu. Aynı gazete bir başka haberinde DEAŞ’ın terör örgütü PYD/PKK güçlerine yönelik gerçekleştirdiği ve 32 kişinin öldüğü saldırıda, Türkiye’nin parmağı olduğunu hiçbir kaynağa dayandırmaksızın iddia etme rahatlığını gösteriyor.

Erdoğan’ın Suudi Arabistan’ın Kaşıkçı davasında Türkiye ile işbirliği yapmadığını yinelemesi ve Veliaht Muhammed bin Selman’a yönelik açıklamaları sonrası bizzat cumhurbaşkanını hedef alan haberler ve yorumlar göze çarpmaya başladı. Türkiye karşıtı medyanın amiral gemisi Ukaz gazetesi 5 Şubat tarihli nüshasında "İhvancı Devrim İhracı: Erdoğan İran Yolunda” manşetiyle çıktı. Gazete Erdoğan’ın Osmanlı hilafetini getirme hayalini gerçekleştirmek için İhvan’a kucak açtığı bombasını patlatırken, gazetenin yazarlarından Ahmed Avad, Suudi halkına Türk mallarını ve turizmini boykot etme çağrısını yineliyordu.

İş "Erdoğan’ın sonunun yakın olduğu” tehdidini savuracak boyuta kadar vardı. El Cezire gazetesi yazarı İbrahim bin Celal Faulun, 17 Şubat tarihli makalesinde "özgürlükler ülkesi ve demokrasinin beşiği” Suudi Arabistan’dan Erdoğan’a seslenerek demokrasi havariliğine soyunuyor, bölgedeki ihvan gibi "terör” örgütlerine kucak açmasının "Erdoğan’ın sonunu getireceği” safsatasını pazarlayıp Arap ve İslam dünyasının şu an "mezhepçi İran ve yeni Osmanlıcılık” şeklinde iki ana tehlikeyle mücadele ettiği çıkarımıyla makalesini tamamlıyordu.

Aynı gazetenin başyazarı Halid bin Hamed el-Malik, "Erdoğan ne istiyor?” başlıklı makalesinde Kaşıkçı cinayetiyle ilgili resmi söylemi tekrarladıktan sonra "Erdoğan’ın Suudi Arabistan’a ve yönetimine geçmişte beslediği kinin bugün aleni şekilde görüldüğü” şeklinde akla ziyan bir yorumda bulunabiliyordu.

Arapları Osmanlı Geriletmiş
Türkiye karşıtı haberlerden tarihin tozlu sayfaları da payını aldı tabii ki. El Vatan gazetesi yazarı Muhammed es-Saad, Arapların tarihten ders almadığı özeleştirisinde bulunarak Osmanlı’nın kuruluşu ile Arapların tarih sahnesinden çekilmesinin aynı döneme denk geldiği gerçeğini keşfediyor, Arapların "Türklerin boyunduruğu” altındayken dünya siyasetinde bir şeyler yapmaktan aciz kaldıkları tespitinde bulunuyor, hatta daha da ileri giderek Osmanlı devletinin İslam’dan uzak olduğu, savaşçı ve yayılmacı, milliyetçi bir devlet olduğu için Arapları göz ardı ettiğini iddia ediyordu. Osmanlının Endülüs halkının yardım çağrılarına karşılık vermediğini hatırlatan yazar, Arapların hiçbir kalkınma göstermemesini de Osmanlıya bağlayarak Babıali’den zayıflık ve geri kalmışlığı miras aldıkları iddiasıyla zeytinyağı gibi üste çıkmasını da biliyor. Yazar, Arapların "Osmanlı boyunduruğundan kurtulduğu” son bir asırda muasır medeniyetlerin ilk sırasına yükseldiğini sanıyor anlaşılan.

"Vehhabilik” Osmanlı tabiriymiş
Ve sonunda bu da oldu ve Vehhabilik de Türkiye’nin üzerine kaldı. El-Cezire gazetesi yazarı Bender bin Abdullah işi gücü bırakmış iki köşe yazısını "Vehhabiliğin bir Türk Tuzağı” olduğu tezini ispatlamaya ayırmış. Yazar makalesinde 1744 yılında Deriye Emiri Muhammed bin Suud ile din adamı veya alim Muhammed bin Abdulvehhab arasındaki tarihi anlaşmaya övgüler düzerek iktidar ailesi ile ulema sınıfının "kutlu” ittifakını lekelemek için Türklerin "Vehhabilik” tabirini uydurduğu yalanına yer veriyor. Bu tarihi yalanı pazarladıktan sonra Türkiye’nin bugünkü yönetiminin de aynı zihniyeti taşıdığını, bize karşı kamuoyunu yanlış yönlendirmeyi sürdürdüğünü ve hatta Batılı ülkelerin Türkiye’nin bu kasıtlı propagandasından olumsuz etkilendiği şeklindeki "müthiş” saptamasıyla makalesini bitiriyor.

Sonuç olarak medyanın İslam İşbirliği Teşkilatı’nın iki büyük üyesi Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin siyasi, ekonomik ve hatta askeri alanda güçlenmesi noktasında önemli rol oynaması mümkün. İslam dünyasındaki medya organlarının anlaşmazlıkları körüklemekten çok ortak paydaları arttıran ve birleştirici bir dil kullanması, hali hazırdaki sorunlara çözüm üretmese dahi en azından yeni yaralar açılmasının önüne geçebilir.
Konya Namaz Vakitleri
İmsak
Güneş
Öğle
İkindi
Akşam
Yatsı
Diğer Haberler