SON DAKİKA
Yılmaz Altunsoy
BAKÜ GEZİ NOTLARI – 5 –
06 Temmuz 2017, Perşembe
QURAN SATMIRIK, HEDİYYE EDİRİK

Kaldığım otelde ve Bakü’ nün sokaklarında çoğunlukla Rus, Arap ve İranlı turistleri görüyorum. Ama daha çok İranlılar. Tam da Nevruz Bayramının hitamına denk getirmiş olduğum seyahatim nedeniyle, Nevruz Bayramını Bakü’ de geçiren çok sayıda İranlı Turist ile karşılaştığımı belirtmek isterim. Gördüğüm İranlı turistler, kafamızdaki İranlı profiline hiç ama hiç uygun olmasa da adamlar-kadınlar İranlı işte. Adamlar bluejeanli, gözlerde gözlük, saçlar jöleli, yağlı, kaşlar alınmış, son derece metroseksüel tipler. Kadınlar ise evlere şenlik. Aman Allah’ım Fars kadınlarını anlamak mümkün değil. Kendi memleketlerinde başörtülü ve feraceli olan Fars hanımlarının hemen hepsi en ağırından ve ağdalısından botokslu, kaşlar havada, yüzler sade makyaj sınırlarını fersah fersah geçmiş, adeta boya fıçısına girmiş de çıkmış mübarek… Bakü’ lü Azeriler’ in çoğundan işittiğime göre; özellikle Ramazan aylarında İranlı turist sayısında belirgin bir artış göze çarpıyormuş, kendi ülkelerinde oruç tutmak istemeyen ve bundan çekinen Farslılar, tüm Ramazan ayını Bakü’ de eğlence mekânlarında vs geçiriyorlarmış. Bir tarafta Fransız, Alman ellerinde inancı için mücadele veren Müslümanlar, diğer yanda ise dinini yaşamamak için ülkesini Ramazan ayında terk eden Farslılar… ne garip ve yaman bir çelişki değil mi.. amacım insanların inanç sistemlerini ya da inanç sistemlerine karşı reflekslerini yargılamak değil, sadece sosyolojik anlamda çıkarsamalar yapmak. Kendi değerleri bile olsa, zorla, cebren hiçbir dayatmanın işe yaramadığına, İslam dinin hem hoşgörü, hem de gönüllü ilişkiler sistemi olduğuna vurgu yapmak…

Bakü’ de, öyle Türkiye’ de olduğu gibi her sokak başında cami ya da mescit görme imkânınız yok. Camiler yok değil var ama ben dört günde sadece üç cami gördüm Bakü’ de. Onlar da simgesel olarak yapılmış, mimarisi ve mamül olduğu malzemeleri bir tuhaf, ruhsuz yapılar gibi geldi bana. Ezan sesini ise hiç işitmedim. Tüm namazlarımı otelde takdim-tehir esasına göre kılabildim. Otel odalarında seccade ve kıble işareti de yoktu. Azerilerden işittiğime göre, şehir merkezi dışındaki kenar mahallelerde daha fazla cami varmış. Seksen sene komünist Rusya’ nın tesirinde ve boyunduruğu altında kalmış bir can Azerbaycan’ dan daha fazla beklenti içinde olmamız yanlış belki de ama dedik ya çok ihmal edilmiş bu coğrafya çok…hem maddi, hem de manevi anlamda çok ihmal edilmiş..

Şehir merkezinde sıkça heykellere rastlamanız mümkün, hem de devasa ölçülerde olan heykellere. Ama devlet adamlarından çok, Azeri sanatçı ve fikir adamlarına ait heykeller. Hepsi yerli yerinde kullanılmış, çok rahatsız eden türden değil, zaten zevahiri arayacak bir yer ve zaman da değil. Heykeller şehir süsü olarak bakıldığında zararsız en azından…

Dedim ya şehirleri otobüsle ve mümkün olduğunca da yürüyerek gezmeyi çok severim. Yürüyerek gezmek, şehir insanına, yaşayışına, kültürüne dokunmamın en güzel yoludur. Araba ya da otobüsün camından seyredilen dünya ile içlerine girilerek, sohbet edilerek, pazarda alışveriş yaparken pazarlık yapılarak yaşanan dünya arasında çok fark var. Göz ve dil teması algılama ve algılanma açısından çok mühim. Bir ara sokaklarda gezerken, bizim buradaki sahaflara benzer, eski (köhne) kitapların satıldığı kitapçıların olduğu bölgeye düştü yolum (milli tiyatro binasının karşısındaki bulvarın üzerinde sağda). Hemen daldım içeriye, eserlerin büyük çoğunluğu Rusça, kril alfabesinden anladım. Eski eserleri de görünce hemen satıcıya sordum; "el yazması Kur’ an var mı”, adamın verdiği cevap çok enteresandı; "Quran satmırık, hediyye edirik”… Yine hayretler içinde kaldım. Ne kadar dinden ve dini değerlerden uzak düşürülmüş olsalar da, bu milletin en avamının bile mukaddes kitabımıza olan hürmetini, ihtiramını görmek beni hem şaşırttı, hem de ziyadesi ile memnun etti. Ama biraz da umutlandırdı. Herhalde el yazması Kur’ an var diye sevinmeme neden oldu. "Tamam abicim sen satma hediye et, ben başka bir kitap alır ona fazla para öderim, nerede hani el yazması Kur’ an bir göreyim” demem üzerine, bana getire getire ilmihal kitaplarından ve dini başkaca kitaplardan birkaç tane getirdi, hem de matbuat basımı… neyse sevinçle hüznü birlikte yaşamış olarak dolaşmaya devam ettim ama durum hep aynıydı, el yazması Kur’ an bulmanın mümkün olmadığını anladım, umudumu kestim. Acaba Osmanlı padişah fermanı bulabilir miyim dedim ama o da nafile… devamı gelecek.. arkası yarın..