SON DAKİKA
Recep ÖĞÜTÇÜ
Bu Davada Kırk Yılımı Doldurdum
16 Eylül 2017, C.tesi
1977-78 yıllarıydı. Siyasetin kaynadığı, koalisyon hükümetlerinin birinin yıkılıp birinin kurulduğu, Milliyetçi Cephe (MC) hükümetlerinin olduğu dönemlerdi. Rahmetli Erbakan Hocamızın Milli Nizam Partisinin devamı olarak kurduğu Milli Selamet Partisi he zaman kilit partiydi. Yetmiş dörtten itibaren neredeyse Selamet Partisiz hükümet kurulamıyordu. Göstermelik de olsa, halkın gözünü boyamak için de olsa, sağdaki Adalet Partisiyle soldaki Cumhuriyet Halk Partisi karşılıklı rekabet içindeydi, bir türlü uzlaşmıyordu, ekranlarda, gazetelerde hep kavga halindeydi, bu uzlaşmaz tavırlarından dolayı da biri sağda biri solda oylarını konsolide ediyorlardı, birbirinden oy çalıyorlardı, küçük partilere de yöneliş kolay olmuyordu. İnsanlar partilerini adeta din gibi görüyorlardı, partisinden dönmek dininden dönmek kadar zor oluyor, bunu vefasızlık ve ihanet sayıyorlardı. Dininden dönen ama partisinden dönmeyen insanları biliyorduk. Babayla oğul, kardeşle kardeş partilerinin farklı olmasından dolayı konuşmuyordu, birbirine düşmanca davranıyordu. Çok zaman da parti tutma babadan oğula devam ediyordu. Solcu bir ailenin çocuğu da solcu, sağcı bir babanın çocuğu da sağcı oluyordu.  Bizler yetmişli yıllarda imam hatip okulunda öğrenciydik. Daha Lise-1’deyken bilinçli bir siyasetçiydik ve sınıf olarak da yüzde doksanımız Rahmetli Erbakan Hocamızın Milli Selamet Partisini tutuyorduk, onunla çalışmayı davaya hizmet olarak görüyorduk. "Arka Bahçe” lafı belki oradan çıkmıştı. Evet, o yıllarda okullar kaynıyordu, sağ -sol çatışması vardı, öğrenciler olsun, öğretmenler olsun bir okuldan başka bir okula ideolojik düşüncesinden dolayı veya çatışmadan uzak olmak için sürülüyordu, çok zaman radikal solcu öğretmenler daha sakin ve huzurlu diye imam-hatip okullarını tercih ediyordu. Örnek olarak, bizim Tarih öğretmenimiz, Edebiyat ve Türkçe öğretmenimiz radikal solculardı ve tercihen bizim okula gelmişlerdi.  Bizler Milli Türk Talebe Birliğinin merkezine giderdik, Akıncılar olarak bilinirdik. Sağ cenahta Milli Mücadeleciler ve Ülkücüler vardı. Akıncılar olarak sağ- sol çatışmasında işimiz yoktu, orta yoldaydık. Bizim gözümüzde ABD de SSCB de emperyalist devletlerdi, ideolojileri, sistemleri batıldı, insanlığı kurtaracak olan İslam Nizamıydı, Adil Düzendi. Daha doğrusu biz milletleri ikiye ayırıyor, İslam Milleti ve Küfür Milleti diyorduk, ırkçılıkla işimiz yoktu, bizim derdimiz ümmetti, "Hak Yol İslam” diyorduk. Çok şükür bize bu şuuru veren okuduğumuz okulun havasıydı ve Rahmetli Erbakan Hocamızdan duyduklarımızdı. Evet, Rahmetli Hocamızın kucağında, onun sloganlarını içselleştirerek Milli Görüş çizgisinde, bu çizgiyi bir dava olarak sahiplenerek büyüdük, yetiştik ve bu günlere o çizgiden sapmadan, zikzak çizmeden geldik.  Şüphesiz Türkiye insanının yüzde doksanından fazlası Müslümandı, o gün de dindardı, bugün de. Rahmetli Erbakan Hocamızın da dediği gibi, bir kısmı Selamet Partiliydi, Milli Görüşçüydü, Adil Düzenciydi, bir kısmı da Milli Görüşe adaydı. Milli Görüş ise Alpaslan’ın ve Fatih’in görüşüydü. Kimse dışlanmıyordu. Kimseye partisinden dolayı dinsiz demiyorduk. Sadece bu dindar insanları "bilinçli” ve "bilinçsiz” diye ayırabiliyorduk. Bir kısmımız Hak davaya inanmış, bilinçle hareket ediyor, bilinçle oy kullanıyor, bilinçle siyaset yapıyordu. Bir kısmı da dindardı ama bilinçsizdi, körü körüne diğer sağ ve sol partileri tutuyordu, kanmıştı, kandırılmıştı. Erbakan Hocamıza göre sağ -Sol ayrımı da göstermelikti, her iki öncü parti de (AP ve CHP) emperyalizmin uşağıydı, Batının kölesiydi, batıdan devşirilen laik-beşeri sistemlerin kurtarıcılığına inanıyordu, masonik zihniyete sahipti, hanımların tesettürüne, faizsiz bir sisteme karşıydı. Sağın başını çeken Süleyman Demirel bile yüksek dereceli masondu. Rahmetli Hoca, "Demirel’e Ecevit’in birbirine muhalif gibi olduğuna, ekranlarda çekiştiğine bakmayın; ikisi de aynı yolun yolcusu, aynı fabrikanın ürünü, aynı mahfillerin adamı, faizci, rantiyeci” diyordu. Hep "bire gafil!” diye sesleniyordu, "uyanın” diyordu. Kendi siyasi hayatında tek başına iktidar olacak çoğunluğu bulamadı, en zirve yaptığı dosan beş yılında %22’leri bulmuş ve koalisyon olarak Refah- Yol  hükümetinin başbakanı olmuş ve vesayetçi güçler o hükümeti sadece 10 ay yaşatmıştı. Akıncılar dediğimiz, Milli Gençlik dediğimiz, bugün Ak Gençlik değimiz o gençlik hiçbir zaman sokağa dökülmedi, terör estirmedi, hakkını şiddete başvurarak aramadı. Sabırla koruk helva olur dedi, hep sandığa güvendi, sineye çekti, sabretti ve nihayet Ak günleri gördü, inşaallah daha da görecek.   TAM KIRK YIL GEÇTİ  1977 Lise-1’de okuduğumuz yıldan itibaren tam kırk yıl geçti. Ortaokul yıllarımı saymıyorum, bilinçli dindarlıkta, hak dava peşinde, mitinglerde, bilinçli siyasette tam kırk yılımızı geçirdik. Çok şükür saçımız bu yolda ağardı. Bu yıllarımızda önde olmadık ama hep konuşan, anlatan, yazan, tebliğ eden, oy atan ve oy toplayan konumunda olduk. Sohbetlerimizin bir yerinde hep siyasete yer verdik, satırlarımızın ve konuşmalarımızın arasına siyasetimizi ve ideolojimizi hep sıkıştırdık. Nihayet son en beş yıllık Ak Parti dönemini yaşadık. Ak Parti dönemi otuz yıllık siyasetin meyvesini topladığımız, irtifa, iktidar ve ikbal günlerimizdi. Bu dönemi de ikiye ayırabiliriz: 2003-2010 arası ki davul bizim omuzumuzda tokmak başkasının elindeydi, oligarşik-bürokratik bir baskı vardı üzerimizde. 2010’dan sonra rahatladık derken, FETÖ diye sinsi bir örgüt devreye girdi ve tokmağı devralmaya çalıştı ve son beş yılımız da bu örgütle mücadeleyle geçti.  Öyle bir oligarşik vesayet sistemi vardı ki, son Ak Parti hükümetlerine kadar hükümetler, seçimle gelen iktidarlar "yol yapsın, su getirsin, para bulsun, mevcut nizama, sisteme, rejime müdahale etmesin” deniyordu ve öyle oluyordu. İlk defa Sayın Erdoğan suya- sabuna dokununca, içeride bürokratik yönetim sitemine, dışarıda BM sistemine kafa tutunca, "Vesayete hayır”, "Dünya beşten büyük” deyince kıyamet koptu, dış ve iç mihraklar hep birden harekete geçti. Kuzey Irak’taki ve Kuzey Suriye’deki planlarını hızlı bir şekilde devreye soktular, içeride darbeye yeltendiler, dışarıda savaşın içine sokmaya çalıştılar ve kırk yıllık kazancımızı heba etmek için ellerinden geleni yaptılar, yapıyorlar.  Evet, Türkiye uslu çocukken, güdülen- kuzu koyunken, köle ruhuyla emirleri dinlerken, gelen ağam giden paşam derken, BM’nin beşli yapısını sorgulamazken, arı kovanına çomak sokmazken, dünya beşten küçük derken iyiydi. Ne zaman "dünya beşten büyük” dedi, ne zaman içeride "vesayet odaklarını tanımam, ben sadece milletime hesap veririm” dedi, işte o zaman Türkiye, parçalanıp bölünmesi ve "burnu sürtülmesi gereken devlet” ilan edildi ve başta Erdoğan’ın dışarının ve içerideki maşaların işbirliğiyle yıkılması ve iktidardan edilmesi kararı alındı.  İyi ki bu davaya gönül vermişim, iyi ki Erdoğan’ı tanımışım, iyi ki imam-hatip okullarında okuyup belli bir şuur kazanmışım, iyi ki Erbakan Hocamızı görmüşüm ve takip etmişim. İyi ki Ak Partini bir neferi olarak ta ilk günden itibaren destekçisi olmuşum. İyi ki olup biten gerçeklerin farkındayım. Allah’a hamdolsun.  Bu davada kırk yılını doldurmuş biri olarak, daha dün bu davaya gönül verip dağdakilerin gelip evdekileri kovmasına da gönlüm razı değil. Her zaman eski- kadim dava arkadaşları baş köşede oturmalı, bir danışman ve duayen olarak görülmeli, yenilerle eskiler hep birbirini kucaklamalıdır. Bu dava kimsenin tapulu malı değildir. Birileri gelecek, gerçekleri belki yeni görecek, birileri de koltuğunu bırakmayı bilecektir. Gelenler de gidenleri hep selamla, duayla yad edecek, vefa gösterecektir. Gönül koyma, gönül yıkma, sitem etme, küçük hesapların peşine düşme zamanı değildir. Birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Önde olup da yorulanlar bir başka dava arkadaşına yol vermeyi bilmelidir. Hele üstüne basılarak çıkılan eskiler çiğnenmemeli, kenara itilmemelidir.  Bunları niçin yazdım? Ak Partinin yeniden yapılanma, tazelenme, metal yorgunluğundan çıkma döneminde bu gerçekler dikkate alınsın diye yazdım. Suyun başını tutanlar aşağıdakilere efelenmesin, yan gözle bakmasın, selamsız geçmesin, burası "benim mülküm” demesin. Bu davanın ilk neferleri her zaman hayırla yad edilsin. Çizgiden sapma olmasın ama yüzde elli bire talip olduğumuz da unutulmasın.