SON DAKİKA
Kazım ÖZTÜRK
Mevlana Kültür Merkezi Ve İmza Günlerim
12 Mart 2018, Pazartesi
Değerli dostlar, Konya Kitap Günleri kapsamında Mevlana Kültür Merkezi TYB standında; 19-20-21 mart 2018 tarihleri arasında kitaplarımı imzalayacağım.

İmza günleri ve saatleri;

19 Mart 2018 saat; 09.00-13.30

20 Mart 2018 saat: 13.30- 17.00

21 Mart 2018 saat: 09.00-13.30

İstanbul Rağbet Yayınlarından iki kitabım; HUZUR KAPISI, ŞEB-İ ARUS isimli kitaplarım, Çizgi yayınlarından iki kitabım; MEVLANA’NIN TEFEKKÜR DÜNYASI, AŞKA DÜŞEN PERVANELER ve NKM’den çıkan diğer kitaplarımla siz değerli gönül dostlarımı bekliyorum. Söyleşi programım da olacak.

Şeb-i Arus kitabımdan kısa bir bölümü sizinle paylaşmak istiyorum;

"Ya sen öl, ya O ölsün ki, ikilik kalmasın.” (Mevlana)

"İnsan, meyvenin çekirdeğini taşıması gibi, ölümü kendi içinde taşımaktadır.” (Rainer Marie Rilke)

"Şeb-i Arus”, Mevlana’da sembolleşmiştir. Düğün Gecesi demek. Sevgiliye kavuşmayı özlemek. "Şeb-i Arus”, Mevlana dilinden ölümün düğüne benzetilmesidir. Yani Mevlana ölümü anlatır. Ölüm, onu asıl vatanına ve sevgilisine kavuşturur. Şeb-i Arus; Müslümanca yaşanan hayatın son noktası, ölümün, Mevlanacasıdır.

Mevlana, ölüme gülümsüyor. Zaten ölüme gülümsemeseydi, ölümü; "ŞEB-İ ARUS” olarak nitelemezdi. Mevlana’yı ölüme gülümseten, ölümü düğün gecesi kılan duygu; "Ben Kur’an’ın kölesiyim, Muhammed Mustafa’nın yolunun tozuyum” anlayışıdır.

Ölümün Mevlanacasına; Ölümün Müslümancası demek en doğru olandır. Zira Mevlana, ölümün güzelliğini Kur’an’la buluyor. Kur’an ahlakıyla ahlaklanan herkesin Müslümanca ölüme sahip olacağı kesindir. Şöyle demek yanlıştır; "ne yapalım, biz Mevlana değiliz ki ölümü Şeb–i Arus yapalım…” Allah, Kur’an’da; "Başkasına benzeyin, başkasını taklit edin, kendi aklınızı kullanmayın” demiyor. Bu açıdan bakınca Mevlana’nın şu sözlerine itibar etmemek mümkün olamamaktadır;

"Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı, bende bu cihanın gamı var, dünyadan ayrıldığıma tasalanıyorum sanma; bu çeşit bir şüpheye düşme. Bana ağlama, yazık yazık deme. Şeytanın tuzağına düşersem, işte o zaman yazık yazık demenin sırasıdır.

Cenazemi görünce ayrılık, ayrılık deme. O vakit benim buluşma ve görüşme zamanımdır.

Beni kabre indirip bırakınca; sakın elveda, elveda deme. Zira mezar cennetler topluluğunun perdesidir.

Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan gelir ki?
Sana batmak görünür; ama o, doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür; ama o, canın kurtuluşudur.

Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun?

Hangi kova kuyuya salındı da, dolu dolu çıkmadı? Can Yusuf’u ne diye kuyuda feryat etsin?

Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç. Zira senin hay u huyun, mekânsızlık aleminin fezasındadır."

Mezarı canın kurtuluş yeri, ölmeyi batan güneşin yeniden doğmaya hazırlığı olarak niteleyen Mevlânâ; Ölüm ile uyku arasında da bir benzerlik kurar. "Uyku ölümün kardeşidir." sözüne ait fikirlerini şöyle dile getirir:

"Ey kardeş, çünkü ’Uyku, ölümün kardeşidir.’. O kardeş, bu kardeşten belli olur." (Mesnevi, İV/3084)

Sabahleyin uykudan uyanmak da, mahşerde dirilmenin bir örneğidir:

"Sûrun üfürülmesi Hakk’ın bir emridir. Onunla bütün halkın bedenleri yerden kalkar.

Sabah uyanınca aklımız nasıl bedenimize geliyorsa, herkesin canı da öyle bedenine girer.

Her ruh, kendi bedenine girer. Kuyumcunun ruhu, terzinin vücuduna girmez.

Alimin canı, o âlimin bedenine; zalimin ruhu, o zalimin tenine girer.

Ayak bile karanlıkta kendi ayakkabısını keşfederken, can niçin tenini bilmesin?

Sabah vakti küçük haşirdir. Büyük haşrı ondan kıyas et.

Uyku ve uyanıklık, akıllılar için Ölümle mahşere iki şahittir.

Küçük haşr, büyük hasrın; küçük ölüm büyük ölümün örneğidir." (Mesnevi, V/l781-96)Uyku ve uyanmak ile mademki her gün ölümün bir benzerini yaşıyoruz, o halde bundan ders alıp, ölümü karşılamaya hazırlanmalıyız.