SON DAKİKA
Alaettin EKİZER
Yaşayan Din, Ölü Din
12 Mart 2018, Pazartesi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Siz İslam”ı 14–15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız; böyle bir şey yok” demesi toplumda yeni bir tartışmayı başlattı.

Cumhurbaşkanı sözcüsü Kalın Cumhurbaşkanı’nın"ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” (zamanın değişmesiyle içtihadi hükümler ve yorumlar değişir ve yenilenmeye ihtiyaç duyar.) şeklindeki Mecelle kuralını kastettiğini, Kur’an ve Sünnet hükümlerinin değişmez olduğunu açıkladı.

Malumdur ki; Akaid ( İslam’ın temel kuralları) ilmine göre İslam’ın Kur’an, sünnet, İcma ve kıyas olmak üzere dört temel bilgi kaynağı vardır. İslam sistematiği içinde, "çağın ihtiyaçlarına göre Kur’an ve sünnet ölçüsüne aykırı olmayacak biçimde içtihatlar üretir.” Verilen bu içtihatlar da dinin bir kuralı olur.

İslam, 14–15 asır öncesi hükümleriyle ile kalmamış, "çağın ihtiyaçlarına göre yenilenmiştir.”

Din, güncellenmeyi içinde barındırdığı için "güncellenmeye” ihtiyaç duymaz. "Din zaten günceldir.”

Aksine din, sürekli "ferdi ve toplumu güncellemekle görevlidir.”

Asıl sorun "dinin bu görevini askıya alıp, almadığımızdır.”

Dini "hayatın merkezine koymayı bırakalı, referansımız olma işlevini askıya alalı, dini anlamayı ve yaşamayı da bırakalı din, yaşayan din olmaktan çıktı. Dinler tarihinin konusu haline geldi.”

İslam Dünyasının en temel sorunu "yaşayan bir din” oluşturamamaktır. Dini yaşamamaktır.

Din, "tüm hayatımıza, davranışlarımıza, tüm ilişkilerimize yön veriyorsa” yaşayan dindir.

Bizim şimdilerde din sandığımız şey, namaz, oruç, umre hac vs.. gibi "dini ritüellerden” ibarettir.

Bunlar, "dinin yaşadığını değil, törensel hale geldiğini” gösterir. Allah korusun bu durum bizi "Bunları yaparsak cennet garanti” gibi yanlış ve tehlikeli bir anlayışa götürür.

Allah Maun suresinde; "Yetimi itip kakanı; yoksulu doyurmaya teşvik etmeyeni; hayra mâni olanı, dini yalanlayanlar olarak” vasıflandırmış, namazın doğru yola yöneltmediklerine "yazıklar olsun” demiştir.

Bu sure, "ibadetlerin sadece şekilden ibaret olmadığını, bizi İslam’ın istediği gibi bir insan olmaya yöneltmesi ve dinin hayatımıza yön vermesi gerektiğini” en veciz biçimde ifade etmektedir.

Dinimiz fert ve toplum hayatımızın neresinde uygulanıyor?

"Ülkeyi dinimizin temel esaslarına göre mi yönetiyoruz?”

"Sınav yaparken, işe alırken, ihale alır veya verirken, mal alıp satarken, şahitlik yaparken, dinin temel esaslarına uyuyor, her işimizde dürüst, ölçülü davranıyor, Hakka, hukuka riayet ediyor muyuz?”

"İslam ahlakını mı, yoksa seküler Batı’nın dizilerle pompalanan ahlakını mı örnek alıyoruz?”

"Özümüz sözümüz bir mi? Yalan söylüyor muyuz? İnsanları aldatıyor muyuz?”

Bir cemaat, tarikat, siyaset veya ideoloji "bunlar bizim adamlarımız. " diye işe aldırıyor mu?

Bu sorulara verdiğimiz cevaplar belli. O halde, "İslam’ın ve dinin kabahati ne?”

Sadece her alanda "Müslümanların değerlerini çiğnediği ve katlettiği bir İslam” var ortada.

Çeşitli iletişim araçlarıyla "ağzı olanın konuştuğu,” "terlik ve yanmaz kefen pazarlayanların” olduğu, müritlerine "cennet vadedenlerin” bulunduğu ve birilerinin de bunlar üzerinden "günah keçisi” yaptığı bir din…

Hayatınıza yön vermeyen, yönetmeyen, ama "her olaydan sorumlu tutulan garip ve öksüz bir din…”

Ha bir de yüzbinlerce kadrosuyla sessiz sakin bir seyirci topluluğu var: "Diyanet İşleri Başkanlığı…”