SON DAKİKA
Recep ÖĞÜTÇÜ
Vatansızlık Ve Kudüs
21 Mayıs 2018, Pazartesi
Vatan, üzerinde doğduğumuz ve doyduğumuz, inançlarımızı yaşadığımız, ahiretimizi de dünyalığımızı da kazandığımız, namusumuza sahip çıktığımız geleceğe güvenle baktığımız, ölenlerimizin ve mezarlarımızın bulunduğu, bayrağımızın dalgalandığı, şehitlerimizin emaneti mübarek toprağın adıdır. Şair, " Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır/ Toprak üstünde ölen varsa vatandır” demiştir. Nasıl ki öbür dünyanın cenneti bedel istiyorsa, bu dünyanın vatanı da bedel ister. Birilerinin yaşaması için birilerinin ölmesi bu dünyanın kanunudur. Onun için cihat farzdır, yüzlerce ayette cihadın önemi vurgulanır. Zillet içinde köle olarak yaşamaktansa namusluca ölmek yeğdir.

Bakara Suresinde Rabbimiz, "Allah insanların bazılarıyla bazılarını def etmeseydi (savaşlar olmasaydı) yeryüzünde fesat (bozgunculuk) yayılırdı”. (Bakara,251) Buyurur. Vatansızlık kadar dünyada acı veren bir şey yoktur. Büyüklerimiz, "dünyada vatan, ahirete iman” demişlerdir, böyle dua etmişlerdir. Vatansız insan veya toplum, aç ve açıktadır, arkasını dayayacak arkadaşı, gölgesine sığınacak başı, ziyaret edecek mezar taşı yoktur. Her yirmi beş senede bir nesil dünyaya geliyorsa, son dört nesil, yani yaklaşık yüz yıldır vatansızlığın, vatanın düşman tarafından işgal edilmesinin ne olduğunu, neye mal oluğunu bilmiyoruz. Yani biz, babalarımız, oğullarımız ve torunlarımız olarak hazır bir vatan bulduk, üzerinde rahatça yaşıyoruz. Her ne kadar Kıbrıs savaşı görsek de, otuz yıldır terörle mücadele versek de, ondan önce binlerce gencimizi sağ-sol çatışmasında kaybetsek de, işgal yaşamadık, dağlara sığınmadık, dış düşmanla diş dişe gelmedik, namuslarımız kirlenmedi, kirletmedik, tacize, tecavüze uğramadık. Evet, vatansızlığın ne olduğunu Suriyeliye, Iraklıya, Afganlıya ve Filistinliye sormalı. 1948’de Filistinlinin vatanı işgal edildi, işgal devam ediyor. Ya başka topraklarda sığınmacı oldular, ya kendi topraklarında esir-köle-vatansız kaldılar, ya öldüler, ya da asimile olup kimliklerini kaybettiler. Aynı şekilde iki binli yılların başında Irak da işgale uğradı, ülke içinde ve dışına göçler yaşandı, insanlar hâlâ ölmeye devam ediyor. Suriye’de son altı yıldır bir işgal yaşanıyor. Suriyelinin yaşadığı sadece bir iç savaş değil, bir işgal olayıdır. Sovyet Rusya orada, ABD orada, İran orada. Sadece bizim niyetimiz halis, biz barış için, barıştırmak için, ülkemize musallat olan terör çeteleri için oradayız. Diğerlerinin amacı, işgal etmek, paylaşmak, sömürmek ve daha çok kırılmasını sağlamak. Çünkü orada, İsrail’in yanı başında güçlü, bağımsız bir devlet, birlik içinde bir Suriye görmek istemiyorlar.

Hadis bildiğimiz bir söz var: "Vatan sevgisi imandadır” buyrulur. Vatanını canından çok sevmeyen vatansız kalmak zorunda kalır. Iraklı, Suriyeli, Filistinli, Afganlı vatanını sevmiyor muydu? Evet, vatanlarını seviyorlardı ama canlarını daha çok sevdiler, uzun yıllar gelene ağam gidene paşam dediler. Osmanlı onların hamisi iken, Osmanlının kıymetinin takdir edemediler. Bugün yaşananları geçmişin nankörlüğü olarak değerlendirebiliriz. Rabbim, "yanlışlarından dönsünler, birlik olsunlar, tarihlerine, inançlarına sahip çıksınlar, Osmanlının kıymetini bilsinler” diye belki bu musibetleri yaşatıyor. Sonuçta karanlık günler geçecek, gün ağaracak, şuurlu, bilenmiş, imanlı bir nesil o ülkelerin başına geçecek diye inanıyoruz.

KUDÜS SIRADAN BİR ŞEHİR DEĞİL

Filistin ve onun başkenti Kudüs, son yüz yıldır özellikle yetmiş yıldır İslam dünyasının en büyük yarası. Her geçen gün yara kanamaya devam ediyor. Bu yarayı sarmaya Sayın Erdoğan’ın tek başına çabaları, sargıları, ilaçları da yetmiyor. Başı başka mahfillere bağlı olmayan yardımcılar gerekiyor. Diğer Müslüman ülkeler de aynı tepkiyi ve hassasiyeti göstermelidirler. Gerekirse Hıristiyan ülkeler de harekete geçirilmelidir.

Kur’an’da "etrafını mübarek kıldığımız kutsal mekan” diye ifade edilen Mescid-i Aksa’nın yani Beyt-i Makdis’in bulunduğu mekana Kudüs diyoruz. Adı üzerinde Kutsal Mekan demektir. Kudüs, üç kutsal şehirden biri, ilk kıblemiz, bu ümmetin namusu. Efendimizin miraca çıktığı son makam, yeryüzünde yapılmış ikinci mescit, bütün Enbiyanın uğrak noktası, taşı toprağı kutsal mekan. Bu kutsal emanet mekan-makam, bir avuç ateist, Siyonist Yahudi’nin zulmüne, insafına terkedilemez. Evet, bu yaranın iyileşmesi bir operasyona bağlı, oradaki habis ur cerrahi bir operasyonla alınmalı yahut yerinde çevrilip kurutulmalı. Etrafındaki ülkeler tarafından İsrail’in eli- kolu bağlanmalı, bütün ticari, siyasi, askeri ilişkiler kesilmeli, ben ettim siz etmeyin demelidir. Zira biz "la ğalibe illallah” olduğuna iman etmiş bir ümmetiz.

Kureyza Yahudileri yaptıkları ihanetten dolayı Müslümanlar tarafından kaleleri içinde kuşatma altına alındıklarında teslim olmaya zorlamak için Peygamber Efendimiz (sav) hurma ağaçlarının kesilmesi emrini vermiştir. Bazı sahabeler ileride faydalanırız diye ağaçların kesilmesine gönüllü olmamışlar ve kesmek istememişlerdir. Bizzat Kur’an-ı Kerimde o ağaçların kesilmesine Rabbimiz onay vermiştir. Çünkü Yahudi’nin o gün de, bu gün de anladığı dil ekonomik ambargo, ekonomik sıkıştırmadır. Etrafında bulunan Müslüman ülkeler işi sıkı tutsa, İsrail nefes alamaz ve çıkış bulamayınca zulmünü durdurmak zorunda kalır. İsrail’in diğer anladığı dil silah gücüdür. Onun silahından daha güçlü silah yapıp tehditlerine pabuç bırakılmamalıdır. Düşmanın silahından üstün silah yapmak, kuvvet hazırlamak bizzat Kur’an’ın emridir. (Enfal,60). İsrail’i korkutmak için nükleer güç şarttır. Onu tek güvendiği kimyasal silahları, nükleer gücü ve hava savunmasıdır. Kimyasal silahları bizzat depolarında patlatılmalı, kendi kazdığı kuyuya düşürülmelidir.