SON DAKİKA
Dr.İmbat Muğlu
27 Mayıs 1960 Darbesi
28 Mayıs 2018, Pazartesi
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk askeri darbesi olan 27 Mayıs 1960 Darbesini anlatmadan önce ‘’DARBE’’ ve ‘’ASKERİ DARBE’’ kelimelerin kısaca anlamından bahsetmek gerek.
Türk Dil Kurumunca Darbe; "Bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükûmeti istifa ettirme veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme işi" olarak tanımlanmaktadır.Kubbealtı Lugatı’nda ise; "Bir ülkede iktidarı ele geçirmek için yapılan yasa dışı hareket, darbe-i hükûmet" olarak yer alır.
Askerî darbe, bir ülkede silahlı kuvvetler mensuplarının silah zoru ile ülke yönetimine el koyması. Hükümetlerin, ekonomik ve sosyal sorunları çözmekte başarısız oldukları iddiası, cuntacılar tarafından askeri darbelerin başlıca sebebi olarak gösterilir Zaman zaman ordu tarafından hükümetlere verilen muhtıralar da darbe benzeri sonuçlar doğurabilir. Darbeciler genellikle ordunun yapacakları eyleme karşı tarafsız kalmasını fırsat bilerek iktidarı ele geçirerek, lideri devirir; radyo, TV gibi iletişim kanallarını işgal ederek hükümet daireleri üzerinde otorite kurar; elektrik santralleri gibi temel altyapı tesislerini kontrol altına alır. Darbe sonrasında ordu kurulacak hükümetin şekli sorunuyla karşı karşıya kalır. TSK, iç güvenliğin tehdit altında olduğunu ifade ederek zaman zaman sivil yönetime müdahale etmiştir. Bu müdahalelerde temel hukuki dayanak Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinde yer alan "Madde 35 - Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır." hükmü olmuştur. Ancak 12 Eylül Darbesi’nin yargılanması için hazırlanan iddianamede bu maddenin darbeye meşruiyet kazandırmayacağı ve hiçbir kanun maddesinin Anayasa’nın üzerinde olamayacağının altı çizildi. Devlet düzeninin temel kurumlarından TBMM ve tüm hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak için 35. maddeyi gerekçe göstermenin hukuka aykırılığa kılıf bulma gayreti olduğu aktarıldı.
7 Ocak 1946’da kurulan ve dört yıl sonra yapılan seçimlerde (14 Mayıs 1950’de) 27 yıllık tek parti dönemini sona erdiren, Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk defa serbest seçimle iktidarı kazanan Türk siyasi partisidir. Sırasıyla 1950, 1954 ve 1957 seçimlerini kazanmış ve on yıl boyunca (1950-1960) iktidar olmuştur.
Büyük umutlar ve beklentilerle iktidara gelen DP’nin ilk yıllarında dıştan, gelen yardımlar sayesinde görülmemiş bir bolluk yaşanmıştır. 1952 yılında Nato’ya girilmesiyle, II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan yalnızlık tümüyle sona ermiş ve Türkiye, ABD’nin yardımlarını daha yoğun bir biçimde almaya başlamıştır. Dış politikadaki bu gelişmenin doğal olarak iç politikaya da yansıdığı bu dönemde, DP’nin gücü ve toplumdan aldığı desteği artmıştır. Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle 1923’ten beri devam eden denk bütçe ilkesinden vazgeçilmiş, para ve maliye politikası tümüyle değişmiştir. Ekonomik canlanmayı gerçekleştirmeye çalışan yeni hükümet harcamalarını artırmıştır. Bu da ilk yıllarda ekonomik büyümenin önceki yıllara göre hızla artmasına yol açmıştır. Demokrat Parti’nin ekonomideki temel amacı tüm yurt çapında ekonomik kurumsallaşmayı gerçekleştirmek ve özel sektörün gelişmesine öncelik tanımak olmuştur. Bunun sonunda ilk yıllarda milli gelirde % 15’lik bir artış gerçekleşmiş ve ekonomide ciddi bir hareketlenme ortaya çıkmıştır. 
Çok kısa sürede bu kadar başarı elden Demokrat Parti 27 Mayıs 1960 Askeri Müdahalesi ile iktidardan düşürülmüş ve 29 Eylül 1960’ta kapatılmıştır. 27 Mayıs’da milletin iradesine darbe yapanlar, güya milletin bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürüldüğü gerekçesiyle yola çıkmıştır. Yine en büyük darbe sebebimiz, laikliği koruma altında tutma endişesi, bu darbeye de gerekçe gösterilmiştir.Çok Partili döneme geçişin rahatsızlığını daha ilk günlerde yaşamaya başlayanlar; kendi içlerinde guruplar oluşturmuş, küçük darbe birlikleri kurmuş, kendi içlerinde birbirine düşmüş, rahatsızlıklarını arttırmış, ülkeyi de rahatsız etmeye başlamıştır. Artık ortam her türlü hukuksuzluğun uygulanabilirliği kıvamına gelmiştir. Her dönemin adamı basın, iki öğrencinin öldürülmesini abartmış, açlık-sefalet naraları atmıştır. Bugünlerin bir cümlesi olan "Ordu Göreve" naraları düşmeden, ordu içinden bazı isimler gaipten bu seslenişlere cevap vermiştir. Dayatılan son vuku bulmuştur; vakit darbe vaktidir.MBK’nın başındaki isim Cemal Gürsel ilk açıklamalarında hükümeti devirip, köşesine çekileceğini belirtiyor, birkaç gün sonra görevinin başından ayrılmayacağını ilan ediyordu. MBK zor durumda, mahkemeler bitmiyor. Milletin başının boş olduğunu düşünenler bu başları doldurmaya niyetliler. Güya milletin lehine çıkılan yolda milletin seçtiği vekilleri hunharca yargılıyorlar, millet kimsenin düşüncesinde değil. Tutukladıklarını bir şekilde asıp konuyu kapatmaya öyle konsantre olmuşlar ki bu arada ülke ne durumda pek kimse ilgilenmiyor. Akıllarına geldiğinde bir anayasa fikrine kapılıyorlar. MBK bu ulvi görev için kendi üniversite kayıtlılarını göreve atıyor. Sonra Cemal Gürsel burnundan soluyarak şöyle buyuruyor: "Bir halt ettik, bu profesörlerin sözüne uyduk, başımıza dert açtık. Ne yapmak lazım geldiğini ben de kestiremedim. Bu iş uzarsa kötü olur. Anladığıma göre kısa kesmekte zor. Keskin teklifler gerek, bu işten bıktım, bir an önce bitirelim. " (Orhan Erkanlı hatıralarından)
Hukuksuz mahkeme süreci ve verilen kararlar sonucunda Adnan Menderes, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu İmralı Adası’nda idam edildi. Adnan Menderes’in darağacı altında son sözü: "Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletime ve milletime saadetler dilerim" oldu. İşte bu kâbusun başlangıcıydı. Evveliyatında korku cumhuriyetinde karanlık fikirlerinin tohumlarını atanlar, 27 Mayıs Darbesi’nde bu kötü tohumların meyvelerini yemiş ve yedirmiştir. Kâbustan uyanan bir milleti yeniden kâbusa sürüklemiştir.
Darbeler tüm dengelerin altüst olmasına sebep olan girişimlerdir. Sadece yönetimde değil, sosyal hayatta da kargaşalar baş göstermekte, haklı haksız tasfiyeler, ihbar furyaları, kötü muamele millî bütünlüğe de zarar vermektedir. Tüm bu yapılanlar ülkenin siyasi ve ekonomik gidişatı üzerinde etkiler yapmıştır. Denilebilir ki darbeler ülkelerin gelişimini 20-30 yıl geriye götürürler. Hâlbuki devlet ve millet birlikteliğinin pekişmesi için olmazsa olmaz tek bir şey vardır. O da demokrasidir. Bunun için de ülkenin bütün kurumları ahenk içinde çalışmalıdır. Demokrasi ortamının bozulmaması için darbelerin önüne mutlaka ve kesinlikle geçilmelidir. Demokratik krizi, anti-demokratik bir teşebbüs olan ordu harekâtı ile tedaviye çalışmak asla ve asla müspet bir hareket olamaz.