SON DAKİKA
Recep ÖĞÜTÇÜ
Ramazan Geldi Gidiyor
11 Haziran 2018, Pazartesi
Ramazan ayının son günleri gelince içimi sevinç ile hüzün karışık duygular kaplar. Sevincim; bir ay oruç tutabilmenin, bu nimete, bu sağlığa sahip olmanın sevinci. Üzüntüm; giden misafiri bir daha karşılayabilecek miyim, bir daha Ramazan’da oruç tutma nimeti nasip olacak mı, bir ay boyunca ara vermeden, sağlık ve sıhhat içinde oruç tutabilecek miyim korkusu ve endişesi. Biliyorum ki, çevremde birçok insan tutmak istediği halde hastalığından dolayı tutamdı, birçok insan bu Ramazana ayına erişemeden vefat etti.

Evet, Ramazan geldi ve elveda deyip gidiyor. Bir daha kimler kavuşacak, kimler yetişmeyecek, sadece Rabbimiz bilir. Nasibi olanlar kazandı, nasibi olmayanlar kaybetti. Akıllı olanlar nimetin kadrini bildi. Akıllı olan orucunu son orucu gibi tuttu, namazını son namazı gibi kıldı.

Oruç tutmak tabiri de insanı düşündürüyor. Sanki hızla koşan, kaçan Ramazanı bir kenarından tutmak, yakalamak gibi. Aslında oruç tutmak demek nefsi tutmak, iradeyi tutmak, haramlara, yalanlara, dünyevi zevk ve sefaya karşı dilini, midesini ve kendini tutmak, ruhun beden üzerinde hakimiyet kuramamasıdır. Bilmem becerebildik mi? Oruç bizi mi tuttu, biz mi orucu tutuk!

Bu Ramazan da birçok iftar davetlerine katıldık. Karınca kararınca evimizde ifrat sofraları kurduk, komşularımızı çağırdık, birlikte iftar açtık. Çok şükür, yemeyi, yedirmeyi severiz, insanımız bu konuda çok duyarlı, başka milletlerde olmayan hasletlere sahibiz. Ramazanın bize kazandırdıklarından birisi de, o güzel davet geleneğimizi hatırlamak, canlı tutmak oldu. Birbirimizle evimizi, soframızı, azığımızı paylaştık, karıştık, azık karıştırdık. Dostlarımızı, akrabalarımızı hatırladık, ilişkilerimiz pekişti. Gönlümüz, kalbimiz biraz daha yufkalaştı, televizyonlarda gördüğümüz sefalet içinde yaşayanları, mültecileri, daha çok acır olduk, merhamet duygularımız arttı.

Bir de Ak Parti Hükümetlerinin gayretiyle, sosyal destekleriyle, çevremizde aç insanın kalmadığını gördük, zekâta ve fitreye muhtaç insanları aramaya başladık. Eskiden hemen kapımızın dibinde bulduğumuz zekâta ve fitreye layık-muhtaç insanları daha uzaklarda arar olduk, fitreye layık insan bulmak için birilerinden yardım istemeye başladık. Çoğumuz yardım kuruluşlarını, vakıf ve dernekleri aracı yaparak yurt dışına göndermeyi tercih etti. Gerçekten dışarıda fitremize ve zekâtımıza muhtaç milyonlarca insan var. Tercihimizi onlara kullanmak daha isabetlidir.

Evet, şunu unutmayalım; fitre, zekât, hayır ve sadaka verirken önce akrabadan başlanır. Sonra komşular tercih edilir, daha sonra da o şehrin dışına çıkılır, ülkemizde çok fakir bulunmazsa uzaklara gönderilir. Dolayısıyla zekâtlarımızı ve fitrelerimizi bölerek farklı çevrelere ve kesimlere de vermek gerekir. Kur’an-ı Kerim’de, sadakaların (zekâtların) verilebileceği sekiz sınıf sayılır. Bunlar; nisap miktarı mala sahip olmayan fakirler, üç günlük nafakası olmayan miskinler, zekât toplayan görevliler, kalpleri İslam’a ısındırılmak istenenler, azat olmak isteyen köleler, borçlular, Allah yolunda çalışanlar ve parasız yolda kalmışlar. Evet, çevremizde fakir ama miskin dediğimiz günlük veya üç günlük yiyeceği olmayan insan yok. Zekât toplayan görevlilerin zaten çoğunun başka geliri var. Dün hali- vakti iyi iken bugün borçlu duruma düşen, ev kirasını bile ödeyemeyen, çocuğuna ayakkabı alamayan, intihara yeltenen ama bilinmeyen birçok insan var. Dün esnaftı, çiftçiydi, işçiydi, bugün muhtaç durumda düşmüş, hesapsız gitmiş, bir şekilde iflas etmiş. Bu insanlar aranıp bulunmalı, bu insanlar belki gururundan dolayı zekat- fitre isteyemez ama bizler ferasetimizle bunları bilmeli, bulmalıyız. Bugün köle sınıfı da yok. Belki köle gibi muamele gören içişiler var, maaşları yetişmiyor, işveren halden anlamıyor. Zekât verirken işverenler önce kendi işçisini gözetmelidir. Yolda beş parasız kalmış insanlar da olabilir, o insanlara da vakıflar, dernekler sahip çıkmalı, yol parasını vermeli, hatta sırf yolda kalmışlara hizmet eden vakıflar kurulmalı. Ben çok şahit olmuşumdur, iş için gurbete çıkıp da iş bulamayan, yol parası dahi olmayan insanlar benden yardım istemişlerdir. Elimizde yoksa bunları yönlendirebileceğimiz bir merci de bulunmuyor. Bir de Allah yolunda çalışanlar var ki, bunlar; mücahitler, asker eşleri, öğrenciler, maaşı olmayan hocalar, kendisini insanlara hizmete adamış ama hiç geliri bulunmayanlar.

Sonuç olarak, Ramazanın bereketi her kesimi kuşattı. Zengin cimrilik dediğimiz hastalıktan kurtuldu, onu sıkan demir halkalarını çözdü ve birilerine verdiğiyle rahatladı, ruhen mutlu oldu. Fakir sevindi, çocuğuna bayramlık alabildi, hiç olmazsa bu ay kirasını kolayca ödeyebildi. Keşke diyorum, ömrümüzün tamamı Ramazan gibi geçse, Ramazanda kazandığımız bu erdemleri bütün aylara yayabilsek. Ramazan bayramımız mübarek olsun. Rabbimiz daha nice bayramlara eriştirsin.