SON DAKİKA
Recep ÖĞÜTÇÜ
Siyasette Dindarlık Geçer Akçe mi?
18 Haziran 2018, Pazartesi
"Siyasette dinin yeri var mı, yok mu? Dindarlık mı, liyakat mı önemli?” soruları her zaman gündeme gelir. Bana göre her ikisi de önemli. Gerçek dindarlık güven demektir. Çalmamak çırpmamak, kul hakkı yememek, ahirette hesap korkusu taşımak demektir. Böyle bir hesap korkusu taşımayan, bu toprağın altını düşünmeyen insana hiçbir zaman güvenemeyiz, malımızı, kıymetli eşyamızı, özelde namusumuzu asla teslim edemeyiz. Üstelik devlet dediğimiz en büyük varlığımızı, değerimizi hiç teslim edemeyiz. Emaneti teslim ettiğimiz, siyasette oyumuzu verdiğimiz insanda, vekilde, liderde liyakatle (ehliyetle) dindarlık birlikte bulunmalı.

Geçmişte partilerimizde ve liderlerimizde din karşıtlığının, dine soğuk bakışların çok acısını çektik. Camilerimizin ahırlara dönüştürüldüğü, başörtülü kızlarımızın okullara ve kamu kurumlarına alınmadığı, kutsal değerlerin ayak altına alındığı günleri gördük, yaşadık. "Dirgeni yiyen sıpa, varır mı sapa” misali sütten ağzımız yandığı için yoğurdu üfleyerek yiyoruz. Bizi biz yapan değerlere sahip olmayan, sadece seçimlerde dinden-imandan dem vuran insanlara artık bir daha kanmamaya kararlıyız. Bir delikten ikinci defa ısırılmak istemiyoruz.

Toplum olarak en zayıf yönümüz; içimize işleyen parti taassubu, önyargılar, dar görüşler, kısır çekişmeler. Bir kısmımız milliyetçi geçinir, kendi babasıyla veya kardeşiyle anlaşamaz. Bir kısmımız kendini dindar görür, kendi tarikatının dışındakileri gerçek Müslüman olarak kabul etmez. Bir kısmımız kırk yıl önce intisap ettiği partisini yanlış yola girse de, yanlış lidere düşse de, asla değiştirmeyi düşünmez, partisinin lideri olarak önüne ağaç dikseler ona oyunu verir.

Önce değişime, dönüşüme açık olmalıyız. Siyasette belli kriterlerimiz, ilkelerimiz olmalı, o ilkeleri ıskalayanları biz de terk edebilmeliyiz. İşte bizdeki bu bağnazlık, bu taassup, bizim birliğimize, kardeşliğimize, gelişmemize en büyük engeldir.

Bazı kardeşlerimizle aynı camide, aynı safta birlikteyiz, başörtüsü ve din eğitimi gibi konularda aynı görüşleri paylaşıyoruz, aile yaşantılarımız aynı, aynı bölgenin çocuklarıyız, aynı kültürden besleniyoruz, adet, gelenek, görenek, inanç ve ibadet bazında hiç bir farkımız yok. Gel gör ki konu partiden açıldığında birbirimize seslerimizi yükseltiyoruz, o iki can dost bir anda iki hasım oluveriyor. Sonra kendi kendime soruyorum; nedir bu bağnazlık? Acaba ben miyim hatalı, ben mi dar ve bağnaz düşünüyorum? Sonunda sesimi yükselttiğim için pişman oluyorum, ama yine haklı olduğumu, hakkı savunduğumu düşünüyorum, dini bütün bildiğim bir lidere hakaret edilmesine, hırsız denilmesine gönlüm razı olmuyor. Haksız yere suçlanan, zulmedilen bir Müslüman’ın yanında olmayı, ona sahip çıkmayı bir cihad olarak telakki ediyorum. Az buçuk dini altyapıya sahibim, ayetleri, hadisleri bir bir gözden geçiriyorum, yanlış yolda olmadığımı düşünüyor ve vicdanen rahatlıyorum.

Evet, kimseyi kendimiz gibi zorla inandırmaya hakkımız da yoktur. Rabbimiz zorlamamış ki biz zorlayalım. Kur’an-ı Kerim’de buyrulur: "Onların Allah dışında taptıklarına (putlarına) sövmeyin. Onlar da bilmeyerek düşmanlıkla sizin Allah’ınıza söverler”. Evet, bu ayetin tefsiri olarak diyebiliriz: Başkalarının dinine söverseniz kendi dininize sövmüş olursunuz. Başkalarının kutsalına söverseniz kendi kutsalınıza sövmüş olursunuz. Başkalarının liderine söverseniz kendi liderinize sövmüş olursunuz. Başkalarının ana- babasına söverseniz kendi ana- babanıza sövmüş olursunuz. Bu açıdan öncelikle haklı da olsak, kendimizin hak yolda olduğunu kesin bir inançla bilsek bile, başkalarının kutsallarına saygı duymayı da öğrenmeliyiz. Kur’an-ı Kerim’de buyrulduğu gibi, "dinde zorlama yoktur, hakla batıl ayrılmıştır”, "sizin dininiz size benim dinim bana” diyebilmeliyiz. Ama aynı dine inanıyorsak, aynı camiye gidiyorsak, siyasetteki ölçülerimiz de aynı olmalı, lider profillerimiz birbirine benzemeli.

Benim şahsen şu hadis-i şerif rehberimdir: "Kişi sevdiğiyle beraberdir” buyurur Peygamberimiz. Bu dünyada sevdiklerimizle ahirette de beraber olacağız. Bu dünyada dindarları, inandığını yaşayanları sevebilirsek, öbür dünyada onlar cennette olursa ki öyle inanıyoruz, onlara olan o sevgimiz sayesinde biz de cennette olacağız.

Milet olarak aslında dindar liderleri seviyoruz, kendimiz dindar olmasak bile devlet yönetiminde dindar ve ehil insanlara daha çok güveniyoruz. Kur’an-ı Kerimde Allah, "Kıyamet gününde biz insanları imamlarıyla (önderleriyle-liderleriyle) çağıracağız” buyurur. Bir atasözünde, "Bana arkadaşını söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim” denir. İnsan dindar lideri Allah için sever. Ben namaz kılıyorsam benim liderim de namazını kılmalı, ben camiye- cemaate katılıyorsam benim önderim de aynı anlayışta olmalı. Benim için etnik aidiyet önemli değildir, önderimin Müslüman olması kafidir.

Gelelim bu güne: Benim kızım başörtüsüyle okuluna gidebiliyorsa, kamuda çalışabiliyorsa, okullarda dini eğitim veriliyorsa, camiler-Kur’an kursları sonuna kadar açıksa, dindar insanlar dışlanmıyorsa, içki- sigara gibi dinimizin de hoş görmediği kötü alışkanlıklar giderek yasaklanıyorsa, faizsiz katılım bankaları çoğalıyorsa, faizsiz kredi imkanları sunuluyorsa, böyle bir ortamı sağlayan siyasi ekibin yanında olmak ben için bir vecibedir. Benim amacım, birilerini dışlamak, birilerini dinsizlikle itham etmek, dini siyasete alet etmek değildir. Aksine dinime, dindara hizmet edene minnet duymaktır, teşekkür etmektir, vefa göstermektir. Elbet şartlar gereği yapılamayanlar, eksik bırakılanlar, zamana yayılanlar, zamanı kollananlar vardır, sabırla bunların da tamamlanacağına inanıyorum. İslam alemi, bizim sahip olduğumuz özgürlüklerin özlemi içindedir. Bunu unutmayalım, bizler, balıkların içinde bulunduğu denizin kıymetini bilmediği gibi sahip olduğumuz özgürlüklerin, demokrasinin kıymetinin bilmiyoruz. Bunun için etrafımıza bakmak yeterlidir. Ramazan bayramımız mübarek olsun, hayırlar getirsin.