SON DAKİKA
Volkan ERİKÇİ
10 Kasım’a Kadar M. Kemal Paşa
14 Kasım 2018, Çarşamba
Konya milletvekiline "Bizim aslımız da Balkanlara Konya’dan gelmedir.” demesinden anlaşılmaktadır ki pek çok göçmen aile gibi Paşa’nın ailesi de Konya asıllıdır. Selanik’te Mülkiye Mektebine kaydolur ancak karıştığı bir kavga sebebiyle müdür yardımcısından dayak yemesi üzerine kaydını Selanik Askeri Rüştiyesine aldırır. Sonrasında Harbiyede arkadaşı Ali Fuat (Cebesoy) ile gizli gizli dergi çıkarır. Örgüt kurdukları gerekçesiyle kısa süreliğine tutuklanır. 1902’de teğmen olarak Harbiyeden mezun olur. 1907’de İttihat ve Terakki’ye üye olur. İttihatçı olması demek Sultan II. Abdülhamit’e muhalif olması demektir. Sultan’ı tahttan indiren 31 Mart darbesinde kurmay başkanı olarak görev alır. Ancak İttihat ve Terakki’nin ileri gelenleri ile anlaşamaz. Bunda en temel nedenlerden biri Enver Paşa’yla olan rekabetiydi. Enver Paşa ile aynı zamanlarda mezun olmalarına rağmen Enver Paşa M. Kemal Paşa’nın hep üstü konumunda olmuştur. Paşa hırslı ve gözü yükseklerdedir ancak bir türlü Enver Paşa’yı geçememektedir. M. Kemal Paşa yükselmek için Saray’a damat olmak gerektiğini bilir ve Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’a talip olur. Ancak Vahdettin, Paşa’nın hırslı yapısını yaverliğinden bildiği için yeni bir Enver Paşa görmek istemediğinden bu evliliğe razı olmamıştır. Riccardo Mandelli’nin ifadesine göre bir diğer sebep de M. Kemal Paşa’nın "çapkın” olmasıdır. Buna karşılık Enver Paşa Vahdettin’in yeğeni Naciye Sultan ile evlenerek ikbal basamaklarını hızla tırmanmış ve en sonunda harbiye nazırı olmayı başarmıştır. Enver Paşa’nın M. Kemal Paşa’yı kıskandığı dillendirilir ki bu durum söz konusu bile olamaz. Zira Enver Paşa genelkurmay başkanı iken M. Kemal Paşa yarbaydır ve bir genelkurmay başkanının, emri altındaki bir yarbayı kıskanması ve ondan kurtulmaya çalışması mevzu bahis değildir. Şevket Süreyya Aydemir iki paşayı bakın nasıl anlatıyor: "Enver Paşa günlük dünya zevklerine kapalıdır. İçki içmez, eğlencelere katılmaz. Umumi eğlence yerlerine uğramaz. Hemen her genç bekârın yaşadığı kadın ve şehvete iltifatı yoktur. İbadet eder. Daha mektep çağından itibaren yüzüne biraz dikkatli bakılınca yüzü kızarır. Zevk ve taşkınlık yollarına meyli yoktur. M. Kemal Paşa ise idadi (lise) yıllarında bilhassa Harbiye’den başlayarak yaşayan, eğlenen, dünya zevklerine değer veren bir gençtir. İçen, eğlencelerden, içkili toplantılardan hoşlanan bir insandır. O, hem çalışır hem günlük hayatını yaşar. Riyakâr değildir. Mutaassıp hiç değildir. Bu içki ve eğlence bahislerinde bazı aşırılıklara da kayabilir.” 1. Dünya Harbi’nde Türklerle omuz omuza çarpışmış ve M. Kemal Paşa ile teşrikimesaide bulunmuş olan Alman subay Hans Guhr de M. Kemal Paşa’yı şöyle anlatmaktadır: "M. Kemal astlarına, özellikle erlere çok babacanca davrandığı için çok seviliyor ancak din ve sair Müslüman âdetleri bakımından serbest tavrından dolayı üstlerince daha az seviliyordu.”



Çanakkale, Trablusgarp ve Suriye cephelerinde görev alır. Çanakkale’de üstün vazifeler çıkarmasına karşın (Bazı araştırmacılar buna itiraz etmekte ve Anafartalar’da İngilizlerin kendi askerlerini yanlışlıkla öldürmeleri sonucu geri çekildiklerini ifade etmektedirler.) aynı başarıyı (kimilerine göre) Suriye cephesinde gösteremedi ve başında bulunduğu 7. Kolorduyu 8. ve 4. Kolordulardan habersizce geri çekince 8. ve 4. Kolordular İngilizler tarafından ne yazık ki imha edildi. Trablusgarp’ta ise binbaşı olduğu için üstlerinin gölgesinde kalmıştır.

M. Kemal Paşa yükselmenin ve fikirlerini hayata geçirmenin yolunun harbiye nazırlığından geçtiğini görmüş, bunun için anılarında anlattığına göre arkadaşlarıyla birlikte Sadrazam Tevfik Paşa’yı kaçırıp hükümete darbe yapmayı ve Vahdettin’i bir suikastla öldürmeyi dahi planlamış ancak bir şey değişmeyeceği gerekçesiyle o ve arkadaşları tarafından bu fikirden vazgeçilmiştir.

Beklediği vazife Anadolu’ya geçip göstermelik müfettişlik görevi ile Anadolu’daki ayaklanmaları organize etme, bir çatı altında toplama ve müttefikleri zora sokup Sevr Antlaşması’nı yumuşatma maksadıyla Vahdettin tarafından verilmiştir. İlk başlarda İstanbul’da kalıp hükümet kurmak isteyen Paşa bu arzusu gerçekleşmeyip Anadolu’da ciddi bir güç oluştuğunu görünce bu vazife ile Anadolu’da Milli Mücadele’nin başına geçmiştir. Milli Mücadele’nin seyri üç aşamada değerlendirilebilir:

Halifeyi ve Sultanı kurtarmak

Halifeliği ve saltanatı kurtarmak

Halifelikten ve saltanattan kurtulmak

Saltanatın kaldırılması ile Vahdettin, vazifesinin bittiğini görüyordu ve gelen tehditler üzerine ülkeyi terk etmek artık bir mecburiyet halini alıyordu. Saltanatın, hemen ardından halifeliğin kaldırılması ve 2. Meclis’in de M. Kemal Paşa’nın onay verdiği kişilerden oluşması ile M. Kemal Paşa yeni kurulan devletin cumhurbaşkanı konumuna yükseliyordu. Gazi ebedi şef olarak ilan ediliyor ve kimse emri muhalifine bir iş yapamıyordu.

 

Ancak Paşa’nın sigara ve içki bağımlılığı vardır. Her gün düzenli bir şekilde bunları tüketmektedir. Karaciğeri içkinin verdiği zararla bir vakit sonra artık iflas etmiş ve Paşa siroz olmuştur. Hastalık ileri aşamadadır. Vücudu su tutmaya başlamış ve hekimlerin ortak kararıyla vücudundan düzenli şekilde su alınmaktadır. Lakin alınan su kısa sürede yerine tekrar gelmekte ve yapılan işlem ancak bir vakit rahatlama sağlamaktan başka bir işe yaramamaktadır. Yanındaki hekimlere güvenmemekte ve yabancı ülkelerden de doktorların getirilmesini istemektedir. Yani hani şu "Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!” sözü bir uydurmadan ibarettir. 17 Ekim’de komaya girecek ve bu koma 2 gün sürecektir. 8 Kasım’da gireceği ikinci koma da yine 2 gün sürecek ancak bu komayı atlatamayarak 10 Kasım günü vefat edecektir. Vefatın gece yarısı olduğu ancak o saatte tören düzenlemenin imkânsız olacağı için ölüm saatinin dokuzu beş geçeye alındığı sık sık dillendirilir. Kardeşi Makbule Hanım’ın cenaze namazı kılınması ısrarı ve Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’nin de camide kılmak şart değil demesi üzerine Gazi’nin cenaze namazı tam 9 gün sonra az bir cemaatle Dolmabahçe Sarayı’nda kılınır. Kendisine yakışır bir anıt kabir yapılmak istendiği için bedeni çürümeyi geciktirmesi amacıyla tahnit edilir yani ilaçlanır ve Etnografya Müzesine konur. Ta ki 1953 yılına kadar. Tam 15 yıl yapımı devam eden Anıtkabir’e cenaze nihayet 10 Kasım 1953 yılında defnedilir.