SON DAKİKA
Recep ÖĞÜTÇÜ
Eğitim Ve Disiplin
25 Şubat 2019, Pazartesi
Son on altı senede hükümetler genel bütçeden en büyük payı milli eğitime ayırmıştır. Neredeyse ikili eğitim sona ermiş, sınıflarda öğrenci sayısı otuz civarına inmiştir. Fatih projeleriyle öğrencilere tabletler dağıtılmış, akıllı tahtalar ve modern sınıflar oluşturulmuş, kütüphane ve laboratuar imkanları çoğaltılmış, binlerce okul binası yapılmış ve yenilenmiştir. En önemlisi de zorunlu eğitim o iki yıla çıkarılarak taşımalı sistemle devlet üzerine büyük bir yük almıştır. On iki yıllık temel eğitim "doğru mu, yanlış mı, gerekli mi, gereksiz mi” tartışılır. Ben şahsen "iyi düşünülmedi, acele edildi” kanaatindeyim. Yeniden düşünülüp revizyon yapılması ve son dört senelik lise eğitiminin zorunlu olmaktan çıkarılması gerektiğine inanıyorum. Meslek ağırlıklı, yönlendirmeli bir eğitime geçilmeli.

"Eğitim”, eğmek fiilinden türetilmiş bir kavramdır. Arapça’dan gelen "terbiye” kavramının yerine kullanılır. Nitekim Milli Eğitim Bakanlığımızın bünyesinde Talim ve Terbiye Kurulu vardır. Terbiye, Allah’ımızın Rabb ismiyle aynı kökten gelir. Rabbimiz, Rab isminin gereği olarak bütün varlıkları besleyip büyütmüş, eğitmiş ve kabiliyetler vermiştir. Çocuğu terbiye ettiği, eğittiği için anne- baba ve öğretmenlerimizin bir adı da mürebbiyedir.

Bu girizgahtan sonra eğitimde zaaf gösterdiğimiz ve ihmal ettiğimiz bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Evet, en çok zayıf kaldığımız ve ihmal ettiğimiz nokta, "eğitimde disiplin”. Okullarımızda son yıllarda en çok şikayet edilen disiplin eksiği. Öğretmeni de, öğrencisi de kendini salıvermiş durumda. Öğretmenin elinden öğrenciyi terbiye ve tedip etme yetkisi alınmış, belki başörtü takma özgürlüğünü vermek için öğrenciye ve öğretmene kılık kıyafet noktasında serbestlik getirilmiş, bu serbestlik de maalesef suistimal edilmiştir.

Evet, eğitim disiplin demektir. Disiplin olmadan insan eğilmez, eğitilmez, şekil almaz. Disiplinin olmadığı yerde kaos vardır, laçkalık vardır, atalet vardır, vurdumduymazlık ve boş vermişlik vardır, dağınıklık ve verimsizlik vardır. Disiplinin olmadığı yerde bereketsizlik ve kısırlık vardır.

Sokaklarda, okul önlerinde bazı çocukları ve gençleri görüyoruz. Koltuklarındaki çantayı ve kitabı fark etmesek, "öğrenci mi, sokak çocuğu mu” olduklarını anlayamayacağız. Üzerlerinde dağınık kıyafetler, dizleri yırtık kot pantolonlar, tüm vücut hatlarını ortaya koyan daracık taytlar, uzamış ve dağınık saçlar, yakaları açık gömlekler ve tişörtler, vb. dolayısıyla öğrenciyle bir sokak çocuğu ayrılmaz halde. Bizim öğrencilik yıllarımızda kravatsız içeri alınmazdık, öğretmenlerin huzuruna ve yanlarına önümüz-ceketimiz iliksiz çıkamazdık, laubali hareketlere izin verilmezdi. Pantolonlarımız ütülü, saçlarımız kısa ve taranmış olmalıydı, ayakkabılarımızın ökçesine basılmamalıydı. Yani bir askeri kışla gibi disiplin vardı bizim okullarımızda. Öğretmenlerimiz saç kontrolü yapar, uygun olmayan saçları makasla keserlerdi veya sınıfa almazlardı.

Öğrenciler olarak bundan şikayetçi değildik. Disiplinli olmak yaşam tarzımız olmuştu ve sonraki iş hayatımızda da bu disiplinli eğitimin çok faydasını gördük. Öğretmen öğretmenliğini, ağırlığını; öğrenci de itaati, küçüklüğünü bilmeliydi. Öğretmenlerimize karşı sevgiyle karışık saygımız vardı. Öğretmenini saymayan öğrenci ondan feyiz alamazdı, saygısız ilmin bereketi olmazdı.

Yolda sokakta lakayt öğrencileri gördükçe eskiye özlem duyuyoruz. Diyoruz ki, nerede o çocuğunu öğretmene teslim ederken "eti senin kemiği benim” diyen anne- babalar? Nerede o "bana bir harf öğretenin kölesi olurum” diyen Hazreti Ali gibi ilmin kapıları? Nerede o çocuklarını okutması için kendisini saraya çağıran devrin Halifesine, "ilim ayağa gitmez, ilmin ayağına gidilir” diye karşı çıkan ve saraya gitmeyen İmam Malikler? Nerede, "bir babanın bir de hocanın eli öpülür” diye elini öptürmeyen irfan sahibi yöneticiler?

Evet, öğretmenlerimiz ve hocalarımız bize ahiretimizi kazandırır, anne babalarımız da bizi dünyaya getirir. Dolayısıyla ikisinin de üzerimizde hakları vardır. Bir hadis-i şerife göre, "Kıyamet gününde alimlerin mürekkebiyle şehitLerin kanı tartılacak, alimlerin mürekkebi ağır gelecek. Çünkü şehitler şehitlik mertebesini alimlerden öğrenmişlerdir”. Yine Efendimiz, "Ya aim ol, ya öğrenci ol, ya dinleyen ol, ya da bunları seven ol, beşinci olma helak olursun” buyurur.

Eğitimin yaşı başı yoktur, beşikten mezara kadar sürer. Bu süreçte onlarca öğretmenimiz, eğitimcimiz olur. Onlar bizim hiç önünden geçemeyeceğimiz büyüklerdir. Onları sayıp sevdikçe biz yükseliriz, feyzimiz ve ilmimiz artar. O sebeple önce öğrencimize öğretmenini saymasını öğretmeliyiz. Öğretmen de tıpkı meyveli bir ağaç gibi kutsal görevinin farkında olarak dallarını yere eğmeli, meyvesini bol bol vermeli, merhamet ve şefkatle öğrencisini kucaklamalıdır. Öyle ki öğretmenler millet denilen abidenin mimarlarıdır. Milleti yönetenleri onlar yetiştirir. Nice erdemli yöneticiler var ki hocalarını görünce eline kapanırlar. Nice hocalar var ki makam ve mevki sahibi öğrencilerini gördükçe şükrederler, bir ömür çektikleri yorgunluğu unuturlar.

Hasılı eğitimde yeniden o eski disiplinli sisteme dönmeliyiz. Öğrenci öğretmeninden korkmalı, daha doğrusu onu üzmekten, sınıfta kalmaktan korkmalı. Öğretmen de saygın yerinde kalmalı, mesleğinin ne kadar yüce olduğunu bilmeli, dünyayı değiştiren insanların öğretmenler elinde yetiştiğini hiç unutmamalı. "Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz”.