SON DAKİKA
Yılmaz Altunsoy
Eyyyy Yılmaz Özdil...
27 Eylül 2016, Salı
Osmanlı’ ya ve ecdada saldırmak, hakaret etmek, iftira atmak artık günümüz dünyasında ve Osmanlı yadigarı olan bu topraklarda geçer akçe değildir, bunun böyle olduğunu göremiyorsan yazarlığını ve edipliğini sorgulamalısın. Eğer görüyor, biliyor ve kasten ecdada hakaretamiz saldırma yolunu seçiyorsan o zaman buna da "Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” denilir ki, kusura bakma artık Osmanlının yüzyıllık uykudan uyanmış olan evlatları sana kendi mahallelerinde salyangoz sattırmazlar, ilmen mukabele edip, tarihe sadece münferit hadiseler ile bakmayıp, zaman, zemin, şartlar, sebepler ve sonuçlar bağlamında bakılması gerektiğini sana öğretirler. Şimdi eğer hazırsan sana bilmediğin (ya da bildiğin halde ifsat için yazdığın)  konuları öğretmeye başlıyorum. Şöyle ki;
1. İlk rakı fabrikasının Sultan Abdülhamit Han’ ın isteği üzerine kurulduğu şeklindeki beyanın asla doğru değildir. İlk rakı fabrikasının Sultan Abdülhamit döneminde kurulmuş olması başka bir şey, bu fabrikanın Ulu Hakan’ ın teşviki ile açılması bambaşka bir şey. Bu müskirat fabrikasının Sultan Abdülhamit han’ ın isteği ile kurulduğuna dair bir tane delil getirirsen sözlerimin hepsini geri alacağım, getiremezsen de seni müfteri olarak ilan edeceğim, haberin olsun.
 
Bu hadisenin aslı şudur; Osmanlı bir ulus devlet değildir, bünyesinde onlarca ekalliyetin, onlarca din ve mezhep müntesibinin yaşadığı bir imparatorluktur. Osmanlı tebasının bir kısmı gayrı Müslimlerden oluşmaktadır. Yani Ermenisi, Rumu, Boşnağı, Arnavutu, Yahudisi, Süryanisi ve daha niceleri. Osmanlı sadece Müslümanların değil, aynı zamanda azınlıkların ve gayrı Müslimlerin de devleti idi. Osmanlı tebası olan gayrı Müslimlerin kendi dini inanç ve yaşam biçimlerini devam ettirmelerine hiçbir zaman müdahale edilmedi. O dönemde Osmanlı topraklarında içki üretimi olmadığından, Avrupa’dan gelen ispirto karışımı kalitesiz içkiler yerine, kendi tebasına mensup gayrı Müslimler sağlığa daha az zararlı içkileri içsinler diye, sırf tebasının huzuru ve saadeti için, istemeye istemeye bu müskiratın imalatına izin vermiştir. İzin verirken de Şeyhülislam’ dan fetva almıştır. Yoksa Osmanlı tebasından Müslümanların içki içmesi her daim yasaktı, içenlere şer’an lazım gelen ceza verilirdi.
 
İlk şampanya fabrikasını da zaten Yahudi Alatini kardeşler (Mizrahi ve Fernandez), Yahudilerin ve Siyonistlerin o dönem merkezi olan Selanik’ te açmışlardı ve Rum – Yahudi tebanın talebine cevap vermesi için, padişah tarafından onay verilmişti. Sultan Abdülhamit Han’ ın kalleşçe ve hainane bir darbe neticesinde 1909 yılında tahtından indirildikten sonra, Selanik’ e sürgüne yollanıp, Alatini kardeşlere ait bir evde zorunlu ikamete tabi tutulması, Sultan’ ın bir tercihi olmayıp, O’ nu sürgüne yollayan zalimlerin adice bir planının neticesidir. O’ na hal edilme (tahtından indirilme) haberini verme görevi nasıl Selanik Mebusu Yahudi Emanuel Karasso’ ya kasten, Sultan’ ın manevi şahsında tüm Müslümanları aşağılamak ve ezmek için verilmişse, Alatini kardeşlere ait evde ikamete mecbur edilmesi de aynı gerekçeye matuftur.  Sultan’ ın Alatini kardeşlere Mecidiye nişanı vermesi, bir devlet geleneğinin gereğidir. Sultan, bazen taltif için, bazen de şerrinden emin olmak için, bir kısım zevata Mecidiye nişanı vermiştir. Mesela Theodor Herlz’ e verilen nişan, taltif ve takdir amaçlı olmadığı gibi, Alatini kardeşlere verilen nişan da taltif amaçlı değildir.
 
Bu hususlar Ulu Hakan’ ın ne kadar demokrat, tüm azınlıklara karşı hoş görülü, tebasını düşünen, ufku geniş bir cihan padişahı olduğuna delil olması gerekirken, tam aksini iddia etmek ve aksine delil göstermek, olsa olsa cerbezenin ve hayalin mahsulü olabilir.
 
2. Osmanlı’ da ilk umumhane Sultan Abdülhamit zamanında açıldı ve ismi Zürefa idi, denilmek suretiyle sanki Osmanlı’ nın kendi tebasını fuhşa teşvik ettiği gibi bir imada bulunmaktasın. E güzel kardeşim bunu yazmasını biliyorsun da, bu genelevin sadece gayrı Müslimler için ve Avrupalılar için açılmasına bil mecburiye izin verildiğini neden yazmıyorsun. Çalışanların da başta Manukyan olmak üzere Ermeni, Rum azınlıklardan müteşekkil olduğunu, en az onlar kadar bildiğin halde neden hiç bu hususlardan bahsetmiyorsun. 
 
Osmanlı’ da Müslüman kadınların çalıştırıldığı umumhaneler de olmuştur ama bunların açılma tarihi 1915’ tir, yani Sultan’ ı, 1909 da yaptıkları hain darbe neticesinde tahtından indiren ve ülke yönetimine tamamen hakim olan İttihat ve Terakki döneminde. Bu umumhaneler darbe döneminin eseridir. Umumhanelerin kurumlaşması ise ne tesadüftür ki, 1960 darbesinden hemen sonra olmuştur. Yani her ikisi de darbe ürünü. Bunu da bal gibi biliyorsun…
 
3. Sultan Abdülhamit Han’ ın sigara içip, rom isimli alkollü içkiyi içtiğini söylüyorsun. Söylediğin tek doğru, Sultan’ ın sigara içtiğidir. Sultan sigara içerdi, ancak sigaranın haram olduğuna dair bir hüküm var da ben mi bilmiyorum. Bu hususta en iddialı yorum tahrimen mekruh olduğu yönünde. Ayrıca bu da O’ nun kusuru olsun…
Sultan’ ın içki içtiği hususu ise külliyen yalandır.  Buna dayanak olarak, Cüneyt Arcayürek’ in Şehzade Ertuğrul ile yaptığı röportajı delil olarak göstermektesin. Sultan Abdülhamit Han’ ın düşmanları olan Yahudi Siyonistler bile böyle bir iftira atamamışlardır. Yılarca bizzat yanında hizmet eden eşleri, sadrazamları, paşalar, mabeyn katipleri, O’ nun içki içmediğini söylerken, 1917 yılında Beylerbeyi Sarayı’ nda sürgünde iken bir bayram sabahı kendisini ziyarete giden 5 yaşındaki torunu Ertuğrul Osmanoğlu’ nun, Ulu Hakan’ ın içki içtiğine şahitlik etmesi akla ve mantığa ziyan bir husustur. Kaldı ki Ertuğrul Osmanoğlu beyanında "babama (Şehzade Burhaneddin Efendi) söylerdi (rom içtiğini)” şeklinde ifade ederken, sen bunu "babam söylerdi” şeklinde değiştirerek, bu ifadeyi kaziye haline getirmeye çalışsan da bize yutturamazsın. Sürgünde ve her türlü ihtilattan men edilmiş bir vaziyetteyken, bir bayram sabahı kendisini ziyarete gelen 5 yaşındaki torununu elinde içki kadehi ile karşılayan bir Abdülhamit tasvirini, şeytana bile yaptıramazsın, şeytan bile bu teklifini kabul etmez, reddeder. O Sultan ki, abdestsiz yere basmaz, hiçbir devlet vesaikini abdestsiz imzalamaz, vaktinde kılmadığı bir tek namazı bile yoktur. Düşmanları bile O’ nun dindarlığına şahittir, zaten düşman olmaları da bundandır.
Sultan Abdülhamit Han’ ın içki içmediği hususunda kızları Şadiye ve Ayşe Osmanoğlu’ nun, muhterem eşleri Behice Hanım’ ın, Atıf Hüseyin Bey’ in, İbn-ül Emin’ in, Hami Danişmend’ in, Sadrazam Avlonyalı Mehmet Paşa’ nın oğlu Celaleddin Velona Paşa’ nın ve onlarca tarihçi ve yazarın beyanları varken, yere abdestsiz basmamak için yatağının baş ucunda bulundurduğu tuğlada teyemmüm  edip, sonra abdest almaya çıktığı tarihi bir vaka iken, onu dini konularda lakayd, içki içen bir adam olarak tasvir etmek hangi insaf ve vicdan ile bağdaşabilir. Sultan Abdülhamit Han’ ı, ayyaş başka adamlarla karıştırdıysan seni mazur görebiliriz ama kasten bu galata düşmüşsen ahirette işin çok zor, sana şimdiden söyleyeyim, demedi deme sonra….
4. Sultan Abdülhamit’ in binlerce yurtseveri fizana sürgüne yolladığını, zindanlarda boğdurttuğunu iddia ediyor ve Sultan için zalim bir padişah portesi çiziyorsun, bu da diğerleri gibi külliyen yalan ve iftiradır.
 
Bir defa şunu bilmen lazım, Sultan Abdülhamit Han saltanatının ilk yıllarında son derece demokrat bir yönetim anlayışına sahipken, 1. Meşrutiyeti ilan edip, Kanun-u Esasi ile kendisini bağlı olarak addetmişken, ne olmuştu da bir anda jurnalciliği tasvip ederek müstebit olmuştu ? Sultan’ ın müstebitliği, Meclisi feshedip, idareyi eline almasından kinaye olarak kendisine yaftalanmıştır. Ne yapsaydı peki, üyelerinin sadece yüzde kırkı Müslüman Türklerden oluşan bir meclis ile yoluna devam edip, yeni 93 Harpleri ile ülkenin batışını mı hızlandırsaydı. O zamanki meclis azalarının birçoğu memleket için değil, kendi bölgelerinin bağımsızlığı ve Osmanlı’ nın zayıflaması için çalışıyorken, onlara daha fazla nasıl müsamaha gösterebilirdi. Müsamaha göstermedi, meclisi feshetti ve idareyi eline aldı. Pek de iyi yaptı. O’ nun bu durumuna atfen Ermeni ve Yahudiler Kızıl Sultan iftirası ile karşılık verdiler, bir Müslüman Türk asla O’ na kızıl Sultan diyemez. Olsa olsa bir Ermeni der.
 
Vatanseverleri zindanlarda boğdurduğu da kuru iftiradır. Abdülhamit Han, mahkeme kararı ile idama mahkum edilen, amcası Sultan Abdülaziz’ in katillerini bile affetmiştir. Kendisine Yıldız suikastını tertip eden Ermeni asıllı Belçikalı terörist Joris’i bile affetmiş ve zindandan çıkartmıştır.
 
Sürgün konusuna gelince, padişaha sürgün yetkisini veren Mithat Paşa tarafından kaleme alınan Kanun-u Esasi’ nin 13. Maddesidir. Padişah yasal olan bu yetkisini kimi zaman kullanmıştır. Padişah kimseyi Fizan’ a sürgüne yollamamıştır, Fizan için sürgün yiyenlerin hemen hepsi ya Tarbalusgarp’ ta kalmıştır ya da Avrupaya geçmiştir. Bunların en bilinenleri Şeref Kurbanları daıyla maruf darbeciler ve İttihat ve Terakki’ nin dört kurucusundan birisi olan Abdullah Cevdet’ tir. Jurnallerle ülkenin birliğine aykırı eylemleri tespit edilenleri, yakın muhitlere sürgüne yolladığı doğrudur ama hiç birini mağdur etmemiştir, sürgüne gidenleri bile maaşa bağlamıştır. Bu sürgünlerde taktir hatası yaptıkları da olmuş olabilir, ancak dediğim gibi bu kadar hata kadı kızında da olur. Nitekim, Sultan Abdülhamit Han’ a müstebit diyenlerin çoğu, İttihat ve Terakki döneminde O’nun dönemini arar hale gelmişlerdir. Sıkı ittihatçı olan Süleyman Nazif’ in şu beyitlerini sana ithaf ediyorum;
 
Padişahım gelmemişken yâda biz,
İşte geldik senden istimdâda biz,
Öldürürler başlasak feryâda biz,
Hasret olduk eski istibdâda biz.
Dem-bedem coşmakta fakr u ihtiyaç,
Her ocak sönmüş ve susmuş, millet aç.
Memleket mâtemde, öksüz taht u tâç,
Hasret olduk eski istibdâda biz.
 
5. Sultan Abdülhamit Han zamanında toprak kaybı olduğunu söylüyorsun doğrudur ama yine sebep-sonuç ilişkisini görmezden gelerek, tarih bilinci olmayan bir kısım eşhası bu beyanınla tedhiş ediyorsun. Sultan Abdülhamit han zamanındaki toprak kayıplarının hemen hepsinin nedeni Mithat Paşa (babası Yahudi İsrail isimli şahıstır) ve avanelerinin, İttihatçıların, Meclis-i Mebusan azalarının ısrarlı baskıları neticesinde, Sultan’ ın istemeyerek girdiği 93 Harbi olarak da bilinen Osmanlı-Rus harbidir. Bu harp zamanlama olarak yanlış olmakla birlikte, kimlerin beceriksizliği ve ihaneti ile kaybedildiği ayrı bir tartışma konusudur. Padişahın tahta çıktığının henüz  birinci yılında iken kucağında bulduğu bu harp sonucu Ruslar Ayestefanos’ a (İstanbul Yeşilköy) kadar ilerlemişler ve pay-i taht-ı hükümeti işgale hazırlanırken, bir kısım tavizler verilerek harbin vahim sonuçlarının önü yine Sultan tarafından alınmıştır. Kaybedilen torakları hemen hepsi işte bu harp sonucu imzalanan Ayestefanos Muahedesi neticesindedir. Sultan, bu harbi de gerekçe göstererek, Meclisi lağvettikten sonra 32 sene Osmanlı’ dan bir karış toprağı kimseye vermemiştir. Tahttan indirildikten sonra da ne Osmanlı kalmıştır, ne de milyonlarca kilometrekare vatan toprağı. 1910 ile 1923 arasında kaybedilen vatan toprağı büyüklüğü yaklaşık beş milyon kilometrekaredir. Sen bunları da en az benim kadar biliyorsun.
 
Başta da söyledik kardeşim, bu köhne fikir kırıntılarının ve asılsız iddiaların alıcısı kalmadı artık bu memlekette. Geçti bu malların pazarı, sür eşeğini….