SON DAKİKA
Yılmaz Altunsoy
“ Al-i Osman Oluyor da, Al-i Mithat Neden Olmuyor”
11 Kasım 2016, Cuma
Son zamanlarda özellikle sosyal medyada, görülmekte olan vatana ihanet davasından dolayı, yurt dışına kaçan ve yabancı memleket liderlerinin karşısında el pençe divan durup, otuziki düğmesini ilikleyen meşhur gazetecinin, basına servis edilen fotoğrafları fazlaca konuşuluyor. Ülkesindeki yargılamalardan kaçan ve yabancı memleketlerde idame-i hayat eden tek kişi bu meşhur gazeteci değil elbette ki, ancak bu şahsın durumunu özel kılan ve toplumda adeta infiale meydan veren husus yurt dışına kaçması değil, Türkiye aleyhine gittikçe artan faaliyetleri ile maruf bir ülkenin lideri önünde el pençe divan durmasıdır. Hele bir de bizim eski bir Cumhurbaşkanımız karşısında ayak ayak üstüne atmış resmi de yayınlanınca, cidden toplumda bir iğreti durumu hasıl oldu.
Verilen o meşhur fotoğraflar, kendisinin yargılandığı davadaki rolünü ve iddia edilen ihanetini adeta gölgede bıraktı. Kendi taraftarı olan zihniyete mensup kişiler bile, bu durumu asla kabul edilemez olarak gördüler. İnsanların haklı ya da haksız müdafa-i nefis için bir şekilde yurt dışına kaçmalarını tolere edebilen toplum, verilen bu tür resimleri asla hoş görmedi. Hele hele ülkemizin varlığı ve birliğine saldırı yapmayı meslek haline getiren malum ülkenin liderinden nişan almış olması ise bardağı taşıran son damla oldu.
Bu şahsın bu durumu bana, tarihteki biri müspet diğeri ise menfi iki kişiyi tahattur etti.
Hayatının 28 yılını memleket hapishanelerinde haksız yere geçirmek zorunda kalan Bediüzzaman, başka bir ülkeye kaçmayı aklının ucuna bile getirmemişti. Hatta kendisine bu yolu tavsiye edenlere; "Alem-i İslam’ ın merkezi Türkiye’ dir. Mekke’ de bile olsam buraya gelirdim” şeklinde cevap vermiş ve başka memleketlerde şahane yaşamaktansa, kendi memleketimizin hapishanelerinde çile çekmeyi tercih etmişti. Bediüzzaman bu tavrı ile vatanperverlik nasıl olur, bunun en müşahhas örneğini ortaya koymuştu.
Diğer şahıs ise bu duruma verilebilecek menfi örneği teşkil etmektedir. Bin bir desise ve hilelerle Sultan Abdülaziz hazretlerini tahtından indiren ve daha sonra da intihar süsü vererek katleden ekibin başında bulunan Mithat Paşa, kendisini yargılamak isteyen Yıldız Mahkemesi’ nden kurtulmak için Mayıs 1881 de Fransa elçiliğine sığınmıştı. Fransızlar ise kısa bir süre sonra, gerek Osmanlı’ dan çekinmiş olmaları ve gerekse de Mithat Paşa’ nın İngiliz taraftarı olması nedeniyle, paşayı iade etmişlerdi. Yapılan çifte yargılamalardan sonra, Sultan Abdülaziz’ in katlinden kesin olarak sorumlu tutulan Mithat Paşa, idama mahkûm edilmişti. Döneminde hiçbir idam kararını onaylamayan Sultan 2. Abdülhamit, Mithat Paşa’ yı Taif’ e sürgüne yollamıştı.
Osmanlı’ yı bölme ve parçalama projesi olan 1. Meşrutiyet ve Kanun-u Esasi’ nin hazırlanmasında büyük rol oynayan Mithat Paşa, Meşrutiyetten önce akli dengesi bozuk olan Sultan V. Murat’ ın iktidarda kalmasını çok istemişti. Ancak Sultan 5. Murat’ ın yakalandığı cünun illeti saklanamayacak hale gelince, bil mecburiye Sultan 2. Abdülhamit’ e razı olmuştu.
Osmanlı’ ya ilk faizli bankacılık sistemini getiren Paşa, bir dönem iktidar hırsını o kadar ileri noktaya taşımıştı ki, " Al-i Osman oluyor da, Al-i Mithat neden olmuyor” diyecek kadar hanedana kin ve nefret ile bakıyordu.
Mithat Paşa’ nın bu hırsının sonu ne mi oldu ? Taif zindanlarında ölüm oldu tabiki…
Bediüzzaman da öldü, Mithat Paşa da… kimse bu dünyaya direk kalmadı. Ancak, artlarında bıraktıkları sada birinde çok hoş, diğerinde ise pek nahoş oldu. 
15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra Yunanistan’ a sığınan darbeci askerler ve daha binlerce hain, sadece ülkelerine ihanet etmekle kalmıyorlar, düşmana sığınarak çifte kavrulmuş bir ihanet tablosunu resmederek, milletin nefretini celbediyorlar. İçinden bir tanesi de merdane ve yiğitçe ortaya çıkıp, " Ben kendi elimle ülkeme geliyorum ve teslim oluyorum. Memleketimde cefa çekmeyi, ecnebi elinde sefa sürmeye bin defa yeğlerim” diyemiyor ne yazık ki… dedik ya, kahraman çıkarmada da dünya rekoru bizde, hain çıkarmada da…