SON DAKİKA
S. Mücahit İYİYOLBULAN
Savaş kıtlığı
13 Aralık 2016, Salı
Savaş kıtlığı yaşanıyor dünyada. Her gün birileri ölüyor, her gün birileri katil safında hizaya duruyor, kameralar büyük patlamaları kadraja sığdırmaya çalışıyor ama yine de bir savaş göremiyoruz. Avrupa’nın dudaklarında ki ruj solmasın diye, kırmızıya boyanıyor orta doğunun kara kavruk tenli çocukları. Yaşamak bir lüks belirtisidir bu coğrafyada, çünkü yaşamıyor hiç kimse, bir müddet daha ölmüyorlar sadece. Nükleer bombalara karşı, sapan taşlarına bel bağlanmış bir yerde, savaştan söz edebilir miyiz?

Modern dünya savaşları, insanlar gibi sözleri de katlediyor. Tarihe geçen komutan sözleri artık yok. Halid Bin Velid’in "Sizin, hayat ve şarabı sevdiğiniz kadar, ölümü seven bir orduyla size geldim." sözleri, Sultan Yavuz’un Şah İsmail’e : "Bir Sultanın toprakları onun karısı gibidir ve ben şuan senin toprakların üzerindeyim” dediği sözler, mühimmatlarımız gibi tükeniyor birer birer. Bilge Komutan Aliya’nın "Biz ölüyoruz ama onlarda kazanamıyor” sözü ve Şamil Basayev’in "Savaşacak kadar genç ölecek kadar yaşlıyız” sözleri belki de son örnekler oldular. Çünkü artık savaşmıyor sadece ölüyoruz.

Günümüz savaşlarının tek gerekçesi demokrasidir. Demokrasi, devletten devlete taşımacılık şirketleriyle götürülüyor ve kurulum oldukça pahalı. Uluslararası bütün savaş kanunları küçük devletler bir kalkışma yapamasın diyedir. Bu yüzden Filistin tünellerinden geçen tüfekler zoom yapılarak verilir, ve bu yüzdendir Çeçen Dağlarında mantar toplayan insanların savaş suçlusu sayılması. İşte bu insanların vücutlarına boşaltılır şarjör şarjör demokrasi ve insan hakları.

Sancak düşünce kaybedilen savaşlar, yerini dolar yükselince kaybedilen savaşlara bıraktı. Tarihin akışını değiştiren savaşlar petrolün akışını değiştirmeye başladı artık. Parlamentolarda kalkan eller dünyanın bir ucuna asker yolluyor. İnsansız hava araçları, toprakları insansız bırakmaya güdüleniyor ve bütün bunlar Magna Carta’nın gölgesinde kalıyor tarih kitaplarında.

Savaş aracı olduğu için yenmesi yasaklanan atlar hipodromlarda tımarlanırken, insanların yiyemediği tanklar koşturuluyor dört palete. Gıcırtılı kişnemelerle hasta, yaşlı, çoluk çocuk demeden eşitlik ilkesi gereğince ölüyor herkes.

Ayetlerle övülen coğrafyanın Avrupa’ya kaçışında ki hüznü hangi satırlar anlatabilir ki? Katilinden medet uman bir maktül edası taşıyor botlar. Birileri sıcak denizlere inebilsin diye, okyanus dalgalarına karışan çocuklar. Ortadoğulu analarının göğüslerinden çaldıkları sütleri, liposakşıncılarda sağdırıyor modern batıda obez kadınlar... Bütün bunlar olurken, ve bütün herkes ölürken, öldürmeyi beceremedikleri birkaç çocuğu , "İyi Niyet Elçisi” dedikleri bir mankenin yanında resimlerken oynanan tiyatroya, ben nasıl diyeyim şimdi : "Savaştır bunun adı? ”