SON DAKİKA
İbrahim Arıcı
Ötelediğimiz Hayatlar
23 Ocak 2017, Pazartesi
Ölüm kelimesini sevmiyoruz. Kendimize yakıştıramıyoruz belki de. Halbuki hayatın en gerçek en hakiki gerçeği değil mi ölüm? Buna rağmen hoyratça harcadığımız bu hayatı ne için harcadığımızın, neler yapıp – yapmadığımızı da pek farkında değiliz. Bir yakınımızı kaybettiğimizde aklımıza düşüyor. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ibret alınsın, akıldan çıkmasın diye mezarlıklar hep şehrin ortasına yer alırmış.  
Çok dedikodu yapıyor, gıybetin dibine vuruyor, gereksiz ve ağzımıza yakışmayan ve adına "sohbet” dediğimiz ortamlardan zevk aldığımız dönemi yaşıyoruz. Ben ilahiyatçı ya da hoca değilim. Fetva veya nasihat edecekte değilim. Bunları söylerken başta kendi nefsime sonra Yaradan’ın emriyle sonra sizlerle paylaşıyorum. 
Gündelik hayatımızda her gün yaptığımız ticaretin hesabını yapıyor, maaş alıyorsak aylık harcama ve ay sonuna kadar ki alışveriş stratejisini en iyi şekilde yaparken koca ömrü hesapsız bitiriyoruz.  Kul hakkının önemini her daim duyan bizler için bunun önemi kaldı mı artık? 
Bu dünyanın adaleti yok. Bir ömür çalışıyoruz da neyimiz var Allah aşkına. Bir evimiz, bir arabamız mı? Hadi iki olsun. Koca bir ömür çalışıyoruz oysa. Allah’ın adaleti ve ikramı öyle değil. Bir yetimin başını okşasanız köşkler vaat ediyor Allah. Onun için çokta germenin anlamı yok. Çalışmayalım, uğraşmayalım demiyorum. Elbette ki iyi çalışmamız, yaptığımızın en iyisini yapmamız gerek.  Kazandıklarımızı kalbimize koymasak yeter. 
Hayatı sadece maddi görenlerden zekat beklemek, ticaret ahlakı beklemek, bir yetime merhamet beklemek, komşusunun derdiyle dertlenmeyi beklemek biraz zor. Bu hastalığa her gecen gün tutuluyoruz. Ahiliği sadece haftasında duymak acıtıyor içimizi. 
İyi bir evlat yetiştirmeyi, iyi bir meslek sahibi olmayla sanıyoruz ya. Balığı baştan kokutuyoruz şimdilerde. Evlenecek erkeklerimiz, kızlarımızın namaz kılıyor musun? Sorusu yerine, ne iş yapıyor yapıyorsunuz? Sorununa muhatap oluyor artık. Erkeklerimizde kızlarımızın edep ve ahlakı yerine güzelliğine bakıyor bu dönemde. Nasıl geldik bu günlere ya da nasıl döneriz o günlere? Bugün ne okumalıyım? Sorusu yerine bugün ne yiyeceğiz sorusu hep gündemde. Biz yemeği sadece hayatta kalabilmek için yiyen, asıl azığı ahirete biriktiren bir medeniyetten, yediğini sosyal medyadan paylaşan günlere nasıl geldik? 
Hepimiz muhakkak eskilerden bahseder, o günlerin samimiyetini, masumiyetini, temizliğini, saflığını anarız her daim. Yokluğun, imkanın ve iletişimin olmadığı yılları ne için arar neden özleriz ki?.  Değişen sadece gelişen teknoloji değil, bizlerde değişiyoruz. İletişimimizi, yemeklerimizi, duygularımızı yüzümüze bakarak değil uzaktan paylaşıyoruz artık. 
Her alanda Milli Seferberlikten bahsettiğimiz bu günlerde ev yaşantımızdan iş yaşantımıza manevi bir seferberliğe de ihtiyacımız var. Manevi gelişme olmadan ekonomik büyüme olsa ne işe yarar? Ömür geçiyor beyler. Eyvallah...