SON DAKİKA
Recep ÖĞÜTÇÜ
Batı İle Yeni Bir Safhaya Geçiyoruz
23 Mart 2017, Perşembe
Bizim Batılılaşma tarihimiz ta Fatih dönemine kadar gider. İstanbul’un fethinden sonra fütühatımızı hep batıya yönelttik, nihayet Viyana kapılarından döndük. Coğrafi olarak bugünkü Batı Avrupa’nın neredeyse yarısının hükümranlığı Osmanlı’nın eline geçti. Biz o toprakların bir kısmında beş yüz, bir kısmında yaklaşık dört yüz sene kaldık. Yani karakter ve kan uyuşmazlığımız olsa da coğrafi olarak biz de bir Avrupalıyız. Kimse oralarda bize yabancı muamelesi yapamaz.
    Kültürel olarak batılılaşma, medenileşme(!) mücadelemize gelince bin sekiz yüzlerin başında, Padişah İkinci Mahmut döneminde başladı. Taklide ilk önce kılık kıyafetle, ordunun düzen ve nizamıyla başladık. Pantolon, ceket ve fes giymeyi onlardan öğrendik. Masada yemek yemeyi onlardan gördük. Kıravatımızı, papyonumuzu, mini eteği hep onlar öğretti bize. Daha doğrusu gönüllü taklitçileri olduk. Teknolojinin kitaplarını, teorilerini ilk önce biz yazdık ama uygulayamadık. Rönesans ve reform hareketleriyle on sekizinci yüzyılda teknolojiyi bulmaya ve kurmaya başladı Avrupalı. Buharlı makinayı bulup dokuma tezgahlarında kullandılar. Dünyaca ünlü Hint kumaşı ve bizim Hereke kumaşımız saltanatını İngiliz kumaşına bıraktı. Batılılaşma da esas gaye olan teknoloji ve bilgi transferini en sona bıraktık. Cumhuriyet dönemi boyunca üç-beş şeker fabrikası, Demir-çelik, Sümerbank mensucat fabrikası gibi üç beş fabrikanın makinalarını onlardan aldık, birkaç araba markasını da alıp ülkemizde montajını yaptık. Nihayet Ak Parti hükümetlerine gelince ilk defa teknolaji transferine, AR-GE’ye önem verdik. Aldığımız tüm makinaları burada da üretmek için partnerimiz olan devlet ve şirketlerle pazarlıklar yaptık. Tarım toplumu olmaktan ziyade sanayi toplumu olmaya karar verdik.
  Evet, sanayi toplumu olmak için tarımdan vazgeçmedik, vazgeçemezdik. Çünkü tarım bir ülkenin olmazsa olmazıdır, stratejik ürünüdür. Dik durmak, bağımsız ve sağlıklı yaşamak, savaş ve kriz dönemlerinde el açmamak için kendi helal ve sağlıklı gıdamızı üretmek zorundayız. Kaldı ki iklimimiz ve toprağımız tarıma çok elverişli. Bu da bizim şansımız.
    Batı son yüzyılda yüzüne hukuk, demokrasi, insan hakkı ve özgürlük maskelerini taktı ve bütün dünyaya medeniyet dersi vermeye kalktı. Biz de ona aldandık. Adeta Batı’daki özgürlüklere, hukuk anlayışına, insan haklarına, demokrasinin işleyişine, darbelerin olmamasına gıpta ettik, özendik. Onlar gibi olmak için biraz da onların dayatmasıyla günlerce kanun çıkarmak için TBMM’ni meşgul ettik. Bu Kopenhak kriteriymiş, bu Avrupa sözleşmesiymiş, bu Avrupa Konseyi’nin tavsiyesiymiş, bu Avrupa Adalet Divanının kararıymış, bu AB’nin ön şartıymış, hepsine uyum sağlamak için yırtındık durduk.   Bugün anladık ki bütün bu şartlar, kriterler sadece boyaymış, maskeymiş, daha doğrusu kendileri içinmiş, amaçları da bizim gibileri de oyalamakmış, kapıda tutmakmış, değerlerimizden vazgeçirmekmiş ve kendi geçmiş mezalimlerini örtmekmiş.
   Evet, son günlerde Batı’nın maskeleri düştü. Batı o eski kirli ve zalim yüzüne döndü. Batı’nın bütün derdi sömürmek, kullanmak ve etini yiyip kemiğini çöpe atmak. Dün Afrika’da, Uzakdoğu’da bunu yaptı. Bugün bütün bu sömürdükleri halklar ve ülkeler uyandı, pazarlığa oturdu. Tek taraflı kazanmak yok dedi, sen de götüreceksin, bana da bırakacaksın dedi. Türkiye de aynı şekilde hakça paylaşımın olmadığı yerde ben yokum dedi.
    Batı asırlar boyunca ırkçılık, mezhepçilik yüzünden birbirini yedi. Bugün de Batıda ırkçı partiler giderek yükseliyor. Batılı toplumlar içinde İslam düşmanlığı giderek yaylıyor, DAEŞ gibi radikal örgütler de bu düşmanlığa hizmet ediyor. DAEŞ’i kuranların da amacı bu değil miydi? İslam’a yönelimi engellemek, İslam’a nefreti körüklemek ve müslümanları birbirine kırdırmak istediler, neticede bu kirli amaçlarını kısmen gerçekleştirdiler.
     Batılıların öfkesi daha çok Türkiye’ye yöneliyor. İslam aleminin önderi ve örneği kabul ettikleri Türkiye’yi hizaya sokmak istiyorlar. Bilmiyorlar ki köprünün altında çok sular geçti, karşılarında el pençe duran bir Türkiye yok.
    Büyüklerimiz, "Kafirden dost, domuz derisinden post olmaz” demişler. Tarih boyunca bunu hep tecrübe ederek geldik. İnancımızın kaynağı olan Kur’an’ı Kerim’in yüzlerce ayetinde de bu gerçeğe işaret edilir. "Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin, onlar birbirinin dostu” buyrulur.
    Evet, Batılılar, yani Hristiyan ve Yahudi milletleri bizi asla sevmez, sevemez; bizler de onları sevmeyiz, sevemeyiz. Çünkü fıtratımız, inancımız bunu gerektiriyor, genlerimiz de, tenlerimiz de farklı. Dinimiz ve kültürel değerlerimiz bize bunu emrediyor. Ezeli ve ebedi ilahi fermanında Allah, "Onların dinine (yoluna) tabi olmadığınız müddetçe Hristiyan ve Yahudi milleti sizden asla hoşnut olmayacak”. Buyurur. "Mü’minler, Müminlerin dışında kâfirleri dost edinmesinler” mealindeki ayetler Kur’an’ımızda defalarca tekrar edilirken, bizim onları dost görmemiz veya onların bizleri sevmesi mümkün olur mu? O zaman Rabbimizin ayetlerini inkâr etmiş oluruz.
   Yahudi ve Hristiyanları (Ehl-i Kitabı), daha geniş ifadeyle kâfirleri dost edinmemek; onlarla ticaret yapmamak, onlarla sulh ve ittifak anlaşmalarına yanaşmamak anlamlarına gelmez. Dostluk ve sevgi bir gönül işidir. Bir mü’min bir kâfiri gönülden sevemez, onlar da Müslümanı gönülden kabullenemezler. Ancak menfaatlerimizin gerektirdiği antlaşmaların önünde bir engel yok. Birilerinin, yani FETÖ’cülerin, Takiyyecilerin, diğer haince planlar içinde olanların "dinler arası diyalog” demesi, iki dinliliğe cevaz vermesi bizim ehl-i sünnet inancımızla bağdaşmaz. Tarih boyunca onlarla dost olmadık, bundan böyle de dost olamayız.
    15 Temmuz gecesi Türkiye’de darbe girişimleri olurken, bombalar patlarken, yüzlerce insanımız (yaklaşık 250 masum) bu bombalarla şehid olurken, iki binden fazla insan yaralanırken, TBMM bombalanırken, İstanbul ve Ankara kana bulanırken kılı kıpırdamayan, yas ilan etmeyen, geçmiş olsun bile demeyen, zevahiri kurtarmak için iki-üç gün sonra "darbelere karşıyız” demekle yetinen Batılı ülkeler, Brüksel saldırısı karşısında yas ilan ettiler,  bayraklarını yarıya indirdiler, siyahlara boyandılar, hep birden ayağa kalktılar, adeta tüm Avrupa’da sıkıyönetim ilan ettiler, asker ve polisleri sokaklarda terörist arama bahanesiyle Müslüman avına çıktı. IŞİD’çilerin yaptığı acımasız ve zalimce katliamları tüm müslümanlara mal etme gafletinde bulundular. Bilmezler ki Müslüman merhamet timsalidir. Bilmezler ki İslam’da "Haksız yere bir cana kıymak bütün insanları öldürmek gibidir”. "Bir canı yaşatmak da bütün insanlığı yaşatmak gibidir, haksız yere adam öldürmenin cezası ebediyyen cehennemdir”.
    Evet, terör örgütlerinin tamamını Batılılar kurdu, finanse etti, besledi, korudu, ellerine silah verdi. Göreceğiz bumerang gibi sonunda o teröristler onları can evlerinden vuracaklar, kendi kazdıkları kuyuya düşecekler. Uyarılara aldırmıyorlar, bir türlü ıslah olmuyorlar, Türkiye’nin otuz yıldır uğraştığı terör örgütlerine (pkk ve pyd’ye) hala sempatiyle bakıyorlar, açıktan ve gizliden destek veriyorlar, PKK ve FETÖ elebaşlarını koruyup kolluyorlar. Türkiye’yi bölmek ve iç savaş çıkarmak isteyen her türlü örgüte açıktan veya gizli destek veriyorlar. Çünkü karşılarında enerji kaynaklarına, enerji yollarına hükmedecek, bekçilik yapacak güçlü bir Türkiye istemiyorlar. Çünkü on dördüncü asırda Avrupa’yı fethe başlayan, on altıncı asırda Viyana’yı kuşatan Türk korkusu hala içlerinde.
     Başımıza gelen musibetlere ancak biz ağlarız, başarılarımıza ancak bizim inancımızdaki insanlar (İslam ümmeti) sevinir. Dost diyemediğimiz ancak müttefik bildiğimiz Batılılar asla bizim acımızı da sevincimizi de paylaşmazlar, hatta içimizdeki terör olayları için içlerinden gizli gizli sevinirler. Avrupa Birliğine bizi asla almazlar, kapıda bekletmeyi yeğlerler, başka ittifaklar kurmamızı da istemezler. Yani ne kızı verirler ne de dünürü küstürürler. Bizler de biliyoruz, onların bizleri birliklerine almayacağını. Ancak onların kötülüğünü bertaraf etmek, fonlarından faydalanmak, onlarla ticaret yapmak için fasıllar açtık, aday olmaya devam ettik. İçlerindeki beş milyon vatandaşımızın geleceğini düşündük. Dün kendi aleyhimize de olsa Gümrük Birliğine girdik, 2016 Haziranında vizeleri kaldıracağız dediler ama sözlerinde durmadılar. Sayın Tayyip Erdoğan’ın da dediği gibi 17 Nisan 2017 bir dönüm noktasıdır. Radikal kararımızı alacağımız, "olursa böyle, olmazda Rabbim selamet versin” diyeceğiz. Canları isterse bize yalvarsınlar, gelin birlikte olalım desinler. Artık dönüp arkamıza bakmayacağız. En azından egemenliğimizden taviz vermeyeceğiz, tehditlere boyun eğmeyeceğiz. Onların tehditlerinin altında korkuları yatıyor. İçimizdekiler niye korkuyor anlamıyoruz(!)
    Bugüne kadar bazı siyasilerimizin dediği gibi onlara "batılı dostlarımız” demek doğru değildir. Ancak kerhen "batılı müttefiklerimiz” olabilirler. O da NATO ve Avrupa Konseyi gibi ilişkilerimizden dolayı. Onlar ticaret partnerlerimizdir, onların arasında beş milyon civarında işçimiz, çalışanımız ve işverenimiz var. İhracatımızın yüzde ellisini onlara yapıyoruz, ithalatta bu oran daha fazla. Dolayısıyla menfaat ortaklığımız devam edecek, ama hep tetikte ve uyanık olacağız. İkinci Abdülhamid’in yaptığı gibi, onların fikirlerini alacağız ama tersini uygulayacağız. Çünkü onlar bize doğruyu söylemezler, bizi doğruya sevk etmezler, hep bizim tökezlememizi isterler. Çok şükür Ak Parti hükümetleri sayesinde tökezlemeden, oyuna gelmeden yolumuza devam ediyoruz. Minnet etmiyoruz, minnet altına da girmiyoruz. Eskiden olduğu gibi kapılarında dilenmiyoruz.