SON DAKİKA
Kazım ÖZTÜRK
Hayata Tutunmak
05 Nisan 2017, Çarşamba

Kitap Fuarının güzelliklerini görüyorum; öğrenciler; cıvıl cıvıl mekânı dolduruyor, yazarlarla, kitaplarla hemhal oluyor. Her öğrencinin gözü ışıl ışıl. Öğretmenler, öğrencilerine; "işte yazarlar arşınızda, istediğinizi sorabilirsiniz, "nasıl yazar oldunuz? Yazarlıkta nelere dikkat ediyorsunuz? Nasıl okumalıyız? Neyi okumalıyız? Niçin okumalıyız?”  sorularıyla karşılaşıyor öğrenciler. 

Hayat nedir sizce? Hayatın tarifini; google’da bulamazsınız, ansiklopediler yazmaz hayatı. Hayat; Face book’tan mesaj atmaktan, mesajlaşmaktan, geyik sohbeti yapmaktan ibaret de değildir. 

İnternette; çetleşmek değildir hayat. Hiç tanımadığınız, bilmediğiniz, huyundan, suyundan haberdar olmadığınız, hırlı mı? Hırsız mı? Ahlaklı mı? Ahlaksız mı?...hakkında her hangi bir bilgiye sahip olmadığınız, tabir yerindeyse dibi görünmedik kaptan su içmek gibi ne idüğü belirsizlerle sanal arkadaşlık yapmak da değildir hayat.  

Bugün size hayata tutunma hikayesi anlatacağım. Bu, yaşanmış bir hikaye, hem de gözümüzün önünde olmuş olan bir hayat! Elleri, ayakları tutmayan, buna rağmen zekası pırıl pırıl genç bir kızımızın hikayesi bu. Ellerim, ayaklarım tutmuyor diye, pes etmeyen, fikirlerini düşüncelerini bizimle paylaşmaktan uzak durmayan azimli bir insan örneği.

"Bir SMA tip 2 hastası; Ellerinden başlayarak vücudunun morardığını hissediyor, gittikçe morarıyor. Anne, kızını kucaklayarak oksijen odasına koşuyor. Ateşi 40 dereceye çıkıyor. Buna rağmen üşüyor. Hatta üşümekten nefes alamıyor. Kan almak istiyorlar ama damarlarını bulamıyorlar, damar yolu açmak istiyorlar. Aylarca hastanede yatıyor…”

    "Ağlayan Kalpler” hikaye kitabından küçük bir alıntı bu. Kitabın yazarı Büşra Ateş. Bütün olay, bu kızımızın başından geçiyor. 

Evet, bu kızımızın hayatı, belki de bizim hayatımız. Belki biz de bunu gibi olabiliriz. Kim diyebilir; "ben böyle olmam” diye? Ne olduğumuz değil, ne olacağımız önemli. Hayatın, hastalığın, ölümün… "nasıl”ı yok. 

Hayat, boydan boya mesaj yüklü. Asıl olan, mesajı alabilmek. Her gördüğümüz, her baktığımız şeyden hisse çıkarabilmek. Bakarken; ibretle, ders alıcı şekilde bakabilmek. 

Bu açıdan hayatın tanımını yapamayız. O, yaşanan, uygulanan olayların bütünüdür. Hayata sağlam adımlarla basmak, dünyayı cennet yapmak demektir.     

Cenneti de, cehennemi de biz kendimiz oluşturuyoruz! Onun için; "cehennemin odunu yok, herkes odununu kendi götürür” denir. 

Zor mu sahiden hayatı güzel kılmak? Mümkün değil mi cennet gibi bir ortam oluşturmak? Hakından gelemez miyiz? Eğer; "hayır” diyorsanız, o zaman aklınızı kullanmıyorsunuz demektir. Allah, aklı, kullanın diye verdi. Kullanılmayan akıl sadece bir yüktür. Aklını kullanmayana da; "Bel hum adal” denir.