SON DAKİKA
Kazım ÖZTÜRK
Nasıl Konuşalım?
11 Mayıs 2017, Perşembe
Günlük hayatımızda sık sık kullandığımız, birbirimizle anlaşabilmek için baş vurduğumuz, iyi bir iletişimin şartlarından olan kelimeler kullanırız. Konuşmalarımız, yazmalarımız kelimelerden oluşur.

Zaman zaman o kadar çok kelime kullandığımız olur ki, bunları bir araya getirsek hiçbir anlamı olmadığını görürüz. Ama yine de konuşmuş olmak için konuşuruz. Bu tür konuşmalar bize sadece yorgunluk verir, iplerin kopmasına, dostlukların düşmanlığa dönüşmesine sebep olur.

Halbuki üç sihirli kelimeyi kullansak, bunlarla açamayacağımız kapı yoktur. Bu sihirli kelimeler; adeta güneşin buzları erittiği gibi kırgınlıkları eritir, ortalığa sıcak bir atmosfer yayar. Çok zor değil, hatta hiç zor değil. Hepimiz yapabiliriz. Herkes bu kelimelerden yararlanabilir. Bunun için tahsile, terbiyeye, okumaya, okula gitmeye gerek yok.

Hani hasretini çekeriz ya, hani hep dillendiririz ve; "Ne olur dilimizi güzel kullansak, birbirimizi kırmasak, bir selam versen, bir hal hatır sorsan ne olur?...” deriz. Deriz de bir türlü bu sihirli kelimeyi kullanmayı aklımıza getirmeyiz. Hep, efelenmek, dili uzunluk, ben bilirim ukalalıkları, bana ne, o selam versin, ben mi hal hatır soracağım? O, tekke mi hep ziyaret edilecek? Kardeşim ben, senin hatırın için kaidemi bozamam... gibi uç, saçma, bir anlamı olmayan konuşmaları ihmal etmeyiz. Sonra da, bir iş yapmış gibi kendimizde bir renk görürüz. Sonuç; sıfır, dostsuz kalmak, arkadaşlardan uzaklık, yalnızlık.....

Birine bir iş başvurusu yapacağımız zaman; "Lütfen şunu, şöyle yapar mısın?” demek mi daha etkili? Yoksa; "Şunu, şöyle veya böyle yap” demek mi? yani emir verici, buyurucu bir tavır mı daha çok insanı işe yöneltir? Yoksa daha ince, daha nazik bir ifade kullanarak mı? 

Yapılan bir işe, bir iyiliğe, bir güzel harekete karşı; "Teşekkür ederim” dememiz mi insanları mutlu eder? Yoksa. Hiçbir şey söylemeden, sessiz kalmamız mı? mesela diyelim ki; belediye otobüsünde ayakta gidiyoruz, ama ayakta durmaya halimiz de yok. Ön veya yan koltukta oturan birisinin bize yer verdiğini düşünelim. Bu hareket karşısında ne yaparız? Kendini bilen nasıl davranır? İstese bu insan bize yer vermeyebilirdi değil mi? bizi yüceltecek söz; "Enayiye bak, kendisi oturmuyor, bana yer veriyor” mu? "Teşekkür ederim, Allah razı olsun” mu?

Yine bir konuda, diyelim ki bir görev vereceğimiz zaman; "şunu yap” sözünü mü kullanırız? Bunun yerine; "şunu yapmanı rica ederim” sözünü mü kullanırız? Hangisi daha tatlı, daha sevecen? Daha cana yakın? Daha dostça?....

Dost kazanmak istiyor muyuz? İnsanlarla sıcacık bir iletişim kurmaktan yana mıyız? İçimizin rahat, gönlümüzün huzurlu olmasından mutluluk duyar mıyız? Çarşıda, pazarda, misafirlikte, toplulukta herkesin bize güler yüzle selam vermesini, insani yaklaşım sergilemesini istiyor muyuz?....

Şu üç kelimeyi ihmal etmeyelim: LÜTFEN, RİCA EDERİM, TEŞEKKÜR EDERİM. Bir deneyelim. Göreceğiz ki, bu kelimelerin sıcaklığı yüzünden kısa sürede dostlarımızın sayısı artmış, yalnızlıktan kurtulmuş ve içimizin sıkıntıda olmadığını görmüş oluruz. 

Söz değil, davranış, konuşmak değil, eylem önemli. 

Sizin tatlıcı dükkanınız olsa…her sattığınız tatlılar müşterilerin iştahını kabartsa, ancak tatlı almaya gelenlere; sert davransanız, bağırıp çağırsanız, dövmekten beter etseniz, hakaretler savursanız, hile yapsanız, kötü mal satsanız…sizden tatlı alırlar mı? İstediğiniz kadar tatlı satın, istediğiniz kadar dükkânınızda çeşitli ağız tatları bulunsun. Akşama kadar sinek avlarsınız! Dükkânda tatlıların olması bir anlam ifade etmez. İstediğiniz kadar tatlı reklamı yapın, istediğiniz kadar pazarlara, fuarlara gidin… çayca gider yolca gelirsiniz.