ANASAYFA GÜNCEL EKONOMİ SPOR SİYASET EĞİTİM YAŞAM DÜNYA KÜLTÜR - SANAT SAĞLIK TEKNOLOJİ 3. SAYFA

Kurtuluş Savaşı’nın gizli kahramanı: Abdurrahman Peşaverî

17.03.2016 09:18:00
Milli mücadelenin çok önemli kahramanlarından biri olan Abdurrahman Peşaverî’nin hayat hikayasi tarihe altın harflerle geçecek cinsten...
Balkan Savaşları’nda Hindistan’dan Osmanlı Ordusu’na yardım için geldi. Savaştan sonra vatanına dönmeyip Osmanlı Ordusu’nda subay oldu.

Anadolu Ajansı’nın ilk personeli, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk büyükelçisi oldu. Eve dönmesi için kendisine yalvaran annesine "Anadolu işgal altındayken dönemem!" diyerek izin istedi... Tarihte unutulan bir kahraman... Yedi Kıta Tarih ve Kültür Dergisi’nin Nisan ayı sayısında Mücahit Arslan Abdurrahman Peşaverî gibi bir kahramanın öyküsünü gün yüzüne çıkardı.

Abdurrahman Peşaverî, (Peşaverli Abdurrahman Bey, veya Abdurrahman Samdani olarak da bilinmektedir.) 1886’da Peşaver’de doğmuştur. Peşaver o dönemde Britanya sömürgesi olan Hindistan’ın Kuzey-Batı Sınır Eyaleti’nin başkentiydi. Günümüzde Peşaver, Pakistan’ın Haybet-Peştunya Eyaleti’nin başkentidir. Babası, 1880’de Keşmir’den Peşaver’e göç etmiş zengin bir müteahhit olan Gulam Samdani’ydi. Samdani servetinin büyük bir kısmını Peşaver’deki iki camiye vakfetmişti. Küçük Abdurrahman, 12 kardeşi gibi iyi bir eğitim almıştı. İlk ve orta tahsilini Peşaver’de tamamlamış, lise eğitimi için Hindistan’da Aligarh Özel İslam Okulu’na (Okul, 1910’da kolej [üniversite] düzeyine yükseltilmiş; 1920’de de Aligarh Müslüman Üniversitesi adını almıştır) gönderilmişti. Keşmirli bir aileye mensup olduğu için beyaz tenli olan Peşaverî güreşe meraklıydı. Osmanlı tarihini okumuştu. Türklere duyduğu hayranlık ve sevgiden dolayı kardeşleri kendisine "Türkî Lala" (Türk Ağabey) diye hitap ederlerdi.



Abdurrahman Peşaverî ve Rauf Orbay
Ekim 1912’de 1. Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine Hint Müslümanları "Hilal-i Ahmer Cemiyeti Türk Yardımlaşma Fonu" teşkil etmişler; bu fona tüm Hindistan’dan Müslümanlar yoğun ilgi göstermişti. Aligarh İslam Koleji öğrencilerinin yemeklerden tasarruf ettikleri paralarını yardım fonuna vermeleri üzerine zamanın İngiliz Valisi Sir James Meston bizzat Aligarh’a gelerek buna mani olmak istemişse de Peşaverî’nin liderlik ettiği öğrenciler kendisini dinlememişlerdi.

EDİRNE İÇİN GÖZYAŞI DÖKTÜLER
İngiliz işgali altındaki Hindistan’da Müslümanlar Osmanlı’ya gönülden bağlılıklarıyla bilinirdi.

Hindistan Müslümanları Peşaver’de Afgan, Kalküta’da Al-Hilal, Delhi’de Comrade, Lahor’da Zamindar gazeteleri ile 1. Balkan Savaşı’nın bütün ayrıntılarını takip ediyorlardı. Cephedengelen haberlerde Balkanlarda Müslüman Türk ahalinin Bulgar ve Sırp çeteler tarafından katledilmesi Müslümanları galeyana getirmişti.

Hindistan’ın eğitim seviyesi en düşük eyaleti olmasından dolayı Hayber-Peştunya’da çok az kişi gazete okuyabiliyor, bu sebeple halk dükkân ve "hujra" denilen kahvehanelerde toplanıyor ve buralarda okunan gazeteleri ağlayarak dinliyordu. 1913’te Edirne’nin Osmanlı Ordusu tarafından Bulgarlardan geri alınması öyle bir sevinç kaynağı oldu ki bütün şehir kandillerle aydınlatılmıştı.





OSMANLI’YA DESTEK İÇİN ÇOCUĞUNU SATTI
Yardım çalışmalarına Abdurrahman Peşaverî de öncülük ediyordu. Gazetelerde öldürülen Türk kadın ve çocukların resimlerini gören halk yoksulluklarına rağmen ellerinde ne varsa gözyaşları içinde yardıma koşuyordu.

Hint Müslümanlarının yardım kampanyalarına büyük bir iştiyakla katılmasında şu iki örnek çok çarpıcıdır: Peşaver’de yardımlaşma fonlarına verecek hiçbir şeyi olmayan 20 yaşındaki Gulam Muhammed ile 21 yaşındaki Gulab Din kendilerini Allah için satışa çıkarmışlar; satıştan elde edilen parayı da Yardım Fonuna vadetmişlerdi. Böylece kendilerini satın alacak şahsa ömür boyu köle gibi hizmet etmeyi kabul ediyorlardı.

Diğer taraftan, yine Peşaver’de yardım kampanyasına verecek hiçbir şeyi olmayan genç bir kadın kalabalığın içinde dört aylık bebeğini kampanyaya bağışladığını; açık artırmayla yapılacak satıştan elde edilecek meblağı da fona vereceğini ilan etmişti. Bebek açık artırmaya çıkarılmış; bu durumu gözyaşları ile izleyen Peşaverli bir zengin bebeği satın almış; bebeğin annesi aldığı tüm parayı yardım kampanyasına vermiş; Peşaverli zengin ise yürekleri parçalayan bu durum karşısında bebeği annesine iade ettikten sonra bebeğin hayatı boyunca tüm eğitim masraflarını da üstlenmişti.

PEŞAVERî İSTANBUL YOLUNDA
Hem toplanan paraların teslimi hem de zorda bulunan Osmanlı Ordusu’na yardım için Hindistan Hilal-i Ahmer Cemiyeti bir Tıbbiye heyetini İstanbul’a göndermeye karar verdi. Hindistan’ın önde gelen Müslüman ailelerinden ve Eyüb el-Ensari Hazretlerinin torunlarından Dr. Ahmed Muhtar Ensarî (Şu anki Hindistan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Hamid Ensari’nin büyük amcası) gönüllü olarak Tıbbiye heyetinin başkanlığını kabul edecekti. Gönüllü tıp heyetinde beş doktor, yedi sağlık görevlisi ile on erkek hasta bakıcı yer aldı.

Bu on hasta bakıcının (Abdurrahman Sıddıki, Gazi Beşiruddin Ahmed, Şuayp Kureyşi, M. Aziz Ensari, Çavduri Haliquzaman, Manzur Ali, Abdurrahman Peşaverî, Yusuf Ensari, Hüseyin Şirazi ve Tafazzul Hüseyin) ilk altısı Peşaverî’nin Aligarh Özel İslam Okulu’ndan sınıf ve okul arkadaşlarıydı.

Bombay’dan 15 Aralık 1912’de İtalyan gemisi Sardegna ile hareket eden heyet Aden ve Şüveyş’i geçerek İskenderiye’ye varmış, burada bir Romanya gemisine binmiş ve 2 hafta sonra da İstanbul’a varmıştı. Tüm heyet üyeleri yolculuk masraflarını kendileri karşılamışlardı. Peşaverî, babasından izin alamayacağını düşünerek ailesinden gizlice heyete dahil olmuş, hiç parası olmadığından elbiselerini ve kitaplarını satarak yolculuk masraflarını karşılayabilmişti.



Abdurrahman Peşaverî ve Enver Paşa
30 Aralık 1912’de İstanbul’a gelen heyet Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti Başkanı Besim Ömer Paşa tarafından karşılanmış ve Kadırga Hastanesi’ne yerleşmişti. Heyetle beraber Kadırga Hastanesi’nden, cephe hattında yer almak üzere Ömerli’ye giden Peşaverî, hasta bakıcılık görevinin yanı sıra Hindistan gazetelerine düzenli olarak haber gönderiyordu.

Edirne’yi 5,5 ay kahramanca savunan Mehmed Şükrü Paşa’nın teslim olmak zorunda kalmasıyla 26 Mart 1913’te Edirne’nin Bulgarlar tarafından işgali heyeti derin bir acıya sevk etmişti.

Peşaverî kız kardeşine gönderdiği telgrafta üzüntüsünü şöyle anlatır: "Sevgili kardeşim, Edirne ellerimizden kaydı gitti. Allah bizleri korusun! Bu menfur hadise karşısında çaresizliğimizi tarif bile edemiyorum. Lakin Takdir-i İlahiye kim karşı gelebilir? Hayatı pahasına Edirne’yi savunan Şükrü Paşa’yı tarih daima hayırla yâd edecektir" Heyet, Enver Paşa’nın talebiyle, Çanakkale’de bir sahra hastanesi kurdu. Peşaverî buradan gönderdiği telgrafta, Çanakkale halkının takdirini kazandıklarını ve kendilerini ziyaret ettiklerini kaydetti ve Türk kardeşlerinden en çok duyduğu cümleyi Türkçe yazarak gönderdi: "Efendim! Hint Hastanesi çok iyi".

SULTAN HEYETTEKİLERE TEK TEK TEŞEKKÜR ETTİ
Birinci Balkan Savaşı bitince heyet Mayıs 1913’te İstanbul’a döndü. İstanbul’da sanat ve edebiyat dünyasının önde gelenleri ile tanıştılar. Heyet İstanbul’dan ayrılmadan Sultan

Reşad tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda kabul edildi. Zor zamanda Müslüman kardeşlerine yardımlarından dolayı teşekkür eden sultan heyet üyelerine gözyaşları içinde tek tek sarılmış, her birini taltif etmişti. Kabulde yer alan saray mensupları şaşkındı. Çünkü sultanın kabul ettiği insanlara sarıldığı görülmüş bir şey değildi. 1913 Haziran sonunda heyet Hindistan’a döndü. Dönüş yolunda Süveyş’te Rauf Orbay’la tanıştılar. Dr. Ensari heyetten Hindistan’a dönmeyenler olduğunu, Rauf Bey’den onlarla ilgilenmelerini talep etmişti. dönmeyenler arasında Abdurrahman Peşaverî de vardı. İstanbul’da yaşananları anbean Hindistan’a bildiren Peşaverî 22 Temmuz 1913’te kız kardeşine şöyle yazmıştı: "Sevgili Kardeşim, Türk Ordusu şükürler olsun Edirne’yi kurtardı. İstanbul’da bayram havası var."


Abdurrahman Peşaverî

VAZİFE: AGFANİSTAN

İstanbul’a dönen Rauf Bey’in tavassutuyla Abdurrahman Peşaverî harp okuluna kaydolmuş,

İstanbul’da başladığı askeri eğitimine Beyrut’ta devam etmişti. 1. Dünya Savaşı patlak verdiğinde teğmen olarak Gelibolu cephesinde savaşmış ve üç kez yaralanmıştı.

1915 sonunda Sultan Reşad, Afganistan Kralı Habibullah Han’a kıymetli taşlarla süslü bir kılıç ile değerli bazı hediyeler göndermek ve Afgan Müslümanlarının desteğini almak üzere Rauf Bey başkanlığındaki bir heyeti görevlendirmişti. Heyete Hasan Atakan, Yüzbaşı Osman Tufan ile Peştuca, Urduca ve Farsça bilen Abdurrahman Peşaverî’yi de dâhil etmişti.

Bu sırada Basra’yı işgal eden İngilizler, İran’da heyetin yolunu kesmişlerdi. Bunun üzerine Abdurrahman Peşaverî, Afganistan’dan karayolu ile hacca gitmek isteyen fakat yolun bu şekilde kesilmesinden dolayı İran hududuna yakın bir yerde toplanmış olan bazı Afganlıları silahlandırarak bir kıt’a haline getirdi. Sınır hattında önemli bir geçidi İngilizlere karşı 36 saat tutarak heyetin esir düşmesine mani olmuş, kendisi de yaralanmıştı. Bu hadiseler üzerine heyet geri dönmek zorunda kaldı.

ANADOLU AJANSI’NIN İLK PERSONELİ PEŞAVERÎ

Peşaverî, İstanbul İtilaf Devletleri tarafından işgal edilince İstanbul’da gizlenmiş, İzmir’in işgalinden hemen sonra 25 Mayıs 1919’da Rauf Bey ile beraber gizlice İstanbul’dan Bandırma’ya gelmişti. Müteakip haziran ayında Amasya’ya geçen Peşaverî Kuva-yı Milliye’nin İngilizce yazışmalarında görev almış, Anadolu Ajansı’nın kuruluş çalışmalarında bulunmuştur.

Peşaverî Anadolu Ajansı’nın ilk personeli olarak kayıtlara geçer. Ajansta çalıştığı süre boyunca özellikle Yunan ordusunun Anadolu’da yaptığı katliamların Avrupa kamuoyuna duyurulması için özel çaba sarf etmişti.

TBMM’NİN İLK BÜYÜKELÇİSİ OLDU

Milli Mücadele’de büyük yararlıklar gösteren Peşaverî, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Ağustos 1920’de Afganistan’a "Fevkalâde Murahhas" unvanıyla ilk Türk Büyükelçisi olarak atanmıştır. İngilizlerin takibinden kurtulmak için 4,5 aylık zorlu bir yolculuğun akabinde Kabil’e varabilmiştir. Kabil’de Kral Emanullah Han kendisine büyük hüsnükabul göstermiş; ikametine ’Aynü’l-İmare’ denilen ve prensliği zamanında kendisinin kullandığı sarayı tahsis etmişti.

"ANADOLU İŞGAL ALTINDAYKEN DÖNEMEM"

Kabil’e Büyükelçi olarak geldiğini duyan ailesi Peşaver’e dönmesi için mektup üstüne mektup yazar. Fakat o, 10 yıldır görmediği ailesine şu tarihî mesajı gönderir: "Vatanım işgal altındadır. Ben hür bir adamım. İngiliz işgali altındaki topraklara gitmem.". Bunun üzerine ailesi Kabil’e gelir. Annesi kendisiyle beraber Peşaver’e gelmesi için yalvarır ama "Anne, Anadolu işgal altındayken dönemem!" diyen oğlunu ikna edemez.

Abdurrahman Bey’in büyükelçiliği döneminde 11 Mart 1921’de Moskova’da imzalanan Türk-Afgan Dostluk Antlaşması’yla ilişkilerde önemlibir adım atılmıştır. Bu antlaşma ile Afganistan’a öğretmen subay gönderilmesi, Afganlıların eğitimi hususunda yardımcı olunması karara bağlanmıştı.



Hint Yardım Ekibi
Afgan Kralı Emanullah Han’ın TBMM’ye gönderdiği, Abdurrahman Bey’in çalışmalarından sitayişle bahseden ve Anadolu’daki mücadeleyi destekler mahiyetteki mektubu 16 Şubat 1922’de TBMM Genel Kurulu’nda okunur. O zor günlerde Afganistan’dan gelen bu kardeşlik mesajı, milletvekillerimizi çok heyecanlandırmış, mektubun okunmasını müteakip gözyaşları içinde ayakta alkışlanmıştır.

RAUF BEY’E BENZEDİĞİNDEN RAUF BEY SANILARAK ŞEHİD EDİLDİ

Abdurrahman Peşaverî’nin yerine Büyükelçi tayin edilen Medine Müdafii ve Çöl Aslanı Fahreddin (Türkkan) Paşa Haziran 1922’de Kabil’e varmıştı. Peşaveri, görevi Fahreddin Paşa’ya devrettikten sonra Rusya üzerinden İstanbul’a dönerken Rus hududunda bir suikaste uğramış, fakat o günlerde yine Kabil’den Türkiye’ye dönmekte olan Kabil Harp Okulu öğretmeni Yüzbaşı Hayri Bey, kendisine benzetilerek öldürülmüştü. Türkiye’ye döndükten sonra Rauf Orbay’ın maiyetinde hizmete başladı. Abdurrahman Peşaverî ile evvelce tanışmış olan Zafer Hasan Aybek anlatıyor: "Kendisiyle 1924’te buluştuğumda Abdurrahman, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurmaya çalışan Rauf Orbay ve Kazım Karabekir gibi memleketin ileri gelen liderleriyle beraberdi. 21 Mayıs 1925 gecesi Beşiktaş’tan Nişantaşı’ndaki evine dönmekte olan Abdurrahman Bey meçhul üç şahıs tarafından tabanca ile vurulmuş ve birkaç saat sonra da bekçiler tarafından bulunarak hastaneye kaldırılmıştı. Kurşun bir ciğerini parçalayarak bel kemiğini zedelediğinden belden aşağısı felç olmuştu. Hastaneye ziyarete her gidişimde daima kendisini neşeli bulurdum. Fakat tüm çabalara rağmen 30 Haziran 1925’te hayata gözlerini yumdu ve Maçka Mezarlığı’na defnedildi. Kadirşinas arkadaşı Esad Fuad Tugay tarafından kendisine mermer bir mezar yaptırıldı."
Peşaverî beyaz tenli ve sima olarak Rauf Orbay’a benzerliğinden saldırganların asıl hedefinin Rauf Orbay olduğu, Peşaverî’yi yanlışlıkla vurdukları da iddia edilmiştir.

Ölüm haberi Hindistan’da büyük bir üzüntü ile karşılandı. Okuduğu Aligarh Koleji’nde kaldığı yurt odasına kendi ismi verildi ve Dr. Ensari’nin davetlisi olarak 1933’te Hindistan’ı ziyaret eden Rauf Orbay tarafından aynı odaya bir kitabe kondu. Ayrıca Peşaver Üniversitesi’ne doğduğu şehir Peşaver’de okullararası spor müsabakaları için Rauf-Rahman Kupası adıyla bir kupa verildi.

Ömrünü Anadolu’nun hürriyet mücadelesine adamış Abdurrahman Peşaverî’nin ismi ölümünden sonra adeta unutulmuştur. Kaybolmaya yüz tutan ve hemen hemen tüm mezarların tahrip olduğu İstanbul Maçka mezarlığında Peşaverî’nin kabri de yapayalnızdır.




Peşaverî Ailesi

Peşaverli olması, Afganistan’da Büyükelçilik görevini ifa etmesi ve Milli Mücadele’ye hayatını adaması Abdurrahman Peşaverî’yi Türkiye- Afganistan-Pakistan kardeşliğinin müşahhas bir sembolü yapmaktadır. 26 yaşında varlıklı bir ailenin çocuğu iken sahip olduğu her şeyi satarak, zor duruma düşen Müslüman kardeşlerine yardım için İstanbul’a gelen ve bir daha dönmeyen, Çanakkale’de savaşıp üç kez yaralanan, verilen her görevi istisnasız yerine getiren, Anadolu Ajansı’nın ilk memuru, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin ilk Büyükelçisi, Anadolu aşığı, kahraman vatan evladı Abdurrahman Peşaverî’nin mahzun hatırası yaklaşık 90 yıldır sahip çıkılmayı beklemektedir. Gönül ister ki Türkiye-Afganistan- Pakistan ilişkilerinde Peşaverî’ye atıf yapılsın, TBMM ve Anadolu Ajansı bu ilk çalışanını hatırlasın ve sahip çıksın. Her şeyden öte, Maçka Mezarlığı’ndaki kabri onarılarak vefa borcumuz bir nebze de olsa ödenebilsin.




 

Çanakkale Savaşının Bilinmeyenleri 

Çanakkale Savaşı 1915-1916 yılları arasında I. Dünya Savaşının en kanlı muharebelerinin yaşandığı Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara savaşlarıdır. Bu savaşla İtilaf Devletleri; Osmanlı Devleti’nin başkenti konumundaki İstanbul’u alarak boğazların kontrolünü ele geçirmek, Rusya’yla güvenli bir yol açmak hedeflenmekteydi.

Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı içinde, tarihin en kanlı bölümü olarak bilinir. Türk’ün sayısız zafer, şan ve şerefle dolu tarihinin en parlak sayfasıdır. Mehmetçiğin devleştiği, türkün yeniden savaş meydanlarında hak ettiği ününe kavuştuğu bu savaş Osmanlının genç ve okumuş nüfusunun kaybettiği bir savaş olmuştur. Bu savaşın bilinen yönlerinden ziyade bilinmeyen yönleri de bir hayli fazla işte bunlardan bir kaçı;

* Zamanının güneş batmayan imparatorluğu olarak bilinen ingiltere’nin; tarihin belkide en büyük donanması, en teknolojik silahlarıyla donatılmış ordusuyla, osmanlıyı küçümseyerek giriştiği bu savaşta mehmetçiğin iman dolu göğsünde hezimete uğradığını ve ingiltere’nin tarihinde en büyük savaş yenilgisini aldığını,



* Çanakkale türküsünün savaştan daha önce söylenmeye başlandığını, sonraki yıllarda da geliştirilerek bütün Türkiye’ye yayıldığını,

*Mustafa Kemal’in Anafartalar’da kalbinin üstüne isabet eden şarapnel parçası nedeniyle yaralandığını, şarapnalin isabet ettiği yerde bulunan cep saatinin ölümünü engellediğini bu yaranın aylarca kapanmadığını, Mustafa KEMAL’in askerin morali bozulmasın diye bu olayın tek şahidine sus emri verdiğini, daha sonra Liman Paşa’ya parçalanan saatini hatıra olarak verdiğini,



*Savaş istatistiklerine göre bir m2’ye 6000 mermi düştüğünü, bu oranın dünya savaş tarihinin en yüksek oranı olduğunu,

* Savaş alanında havada çarpışarak yapışmış bir çok merminin bulunduğunu, havada iki merminin çarpışma ihtimalinin 600 milyonda bir olduğunu,



*Edremitli Seyit Onbaşının, Topun ağzına mermi süren vinçin arıza yapması nedeniyle mermiyi topa sürmek için araç ve gerecim yok ama iman gibi serhaddim var dercesine "Bismillah” çekerek üç tane 275 kiloluk mermiyi tek başına arka arkaya kaldırarak yatağa sürdüğünü ve ateşlediğini, bu işlemi yapabilmesi için her defasına üç basamaklı metal bir merdivenden çıkması gerektiğini, üçüncü atışta İngilizlerin "Ocean” zırhlısının dümenini parçaladığını, dümeni kırılan "Ocean”ın sarhoş bir serseri gibi mayınlara sürüklendiğini bir mayına çarparak havaya uçtuğunu ve yirmi dakika içinde battığını



* Cumhuriyet kurulduktan çok sonra Mustafa KEMAL’in Edremit’i ziyareti sırasında Seyit Onbaşıyı sorduğunu ve Kaymakam dahil kimsenin bilmediğini Kaymakamın Seyit Onbaşı’yı Mustafa KEMAL’in huzuruna çıkarmadan önce kılığını beğenmeyip, tıraş ettirip takım elbise giydirdiğini, bu olayın Mustafa KEMAL’i derinden yaraladığını Kaymakam dahil orada bulunan herkesi azarladığını Seyit Onbaşının ölene kadar sefalet içinde yaşadığını

* Avustralyalı bir albayın memleketine gönderdiği yolladığı mektupta;  "Türkler çok dürüst savaşçılar. Kahramanlık ve cesaretleri tartışılmaz. İşkence, zulüm ve dumdum kurşunu konusundaki tüm iddialar yalandır. Geçen gün, yanlışlıkla atılan bir şarapnel ile Kızılhaç katırlarından birisini öldürdüler. Anında özür dilediler. Daha önce de yaralılarımızla ilgilendiler. Onları, kıyıya bırakıp bize haber verdiler. Burada hiçbirimizin, Türklere karşı büyük bir düşmanlık beslediğini sanmıyorum…” dediğini (böyle yüzlerce mektup var bu sadece birisi)

*Winston Churchill’in 1930’da "”Revue de Paris” dergisinde;”Birinci Dünya Harbi’nde bu kadar insanın ölmesine harbin ağır masraflara mal olmasına, denizlerde 5,000 tane ticaret ve savaş gemisinin batmasına başlıca neden, Türkler tarafından bir gece önce atılan ve incecik bir çelik halat ucunda sallanan 26 adet mayındır.” dediğini,



*GELİBOLU Yarımadası Tarihi Milli Parkı’nda ‘Uzun Devreli Gelişme Planı’ kapsamında Çanakkale Savaşları’nda görev alan 149 komutandan ancak 71’inin fotoğrafının bulunabildiği bu sebeple bu komutanlardan sadece 71’inin rölyeflerinin yapılabildiğini,

*Dogfight, yani İt Dalaşı teriminin çanakkale savaşlarınının da yaşandığı 1. Dünya Savaşı esnasında ortaya çıktığını, Bunun sebebinin pilotların beklenmedik manevralar yapmak için zaman zaman uçakların motorlarını havada kapamaları ve tekrar çalıştırdıkları zaman köpek havlamasına benzer bir ses çıkmasından kaynaklandığını,

*Türk subay ve komutanları, Alman Komutanların zehirli gaz kullanma tekliflerini "mertçe ve adil” bulmayıp, savaş kurallarına da aykırı olacağı gerekçesiyle onaylamadığını,ve zehirli gazı, savaşın son gününe kadar kullanılmadığını.



Çanakkale’de Türk Kadın Keskın Nışancılar

Çanakkale’de bazı kadın Türk kadın savaşçılarının da, Mehmetçik ile birlikte çarpıştılar...

Atatürk Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez, Avusturalya ve Yeni Zelanda arşivlerinde yapılan araştırmalarda Çanakkale Savaşı’nda Türk kadınlarının sadece geri planda kalmayıp, kimsenin hayla bile demeyeceği bir şekilde, keskin nişancı olarak bizzat savaştıklarını ortaya koyduğunu belirtti.




Eğilmez, "Türk kadın savaşçılar, gizlendikleri yerden vurulup ölene kadar durmadan ateş ediyor ve attıklarını vuruyorlardı. Bu kahramanların kim olduğu, bireysel mi yoksa bir grup halinde mi hareket ettikleri, şimdilik tam olarak bilinemiyor. Bu konunun daha detaylı bir şekilde araştırılması lazım.” dedi.

Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez, Avusturalyalı piyade er J. C. Davies’in, annesine yazdığı mektupta, kendilerine karşı çarpışan Türk kadın savaşçıyla ilgili şunları anlattığını belirtti:



"Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü, keskin nişancı bir Türk kızı pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyu ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak, gün batmadan, bir Avusturalya’lı tarafından öldürülmesine gene de üzüldüm. Güzel, yapılı ve tahminen 19- 21 yaşlarında genç bir kızdı. Bedeninde tam 52 kurşun yarası vardı.”



Eğilmez, "Times Gazetesi’nde yayınlanan bir başka askerin hatıralarında da yaşlı annesi ve çocuğu ile savaşan keskin nişancı bir kadın hakkında bilgi verilmiştir. "O, bir Türk kadın savaşçısıydı ve durmaksızın saklandığı evden ateş ediyor, evi boşaltıp teslim olmayı reddediyordu. Sonunda ele geçtiğinde, yanında yaşlı annesi ve çocuğu da vardı. Yakalanana kadar, bir pencereden ısrarla ve özellikle de subaylarımızı hedef alarak ateş etmişti. Sanıyorum öldürdüğü bazı kurbanlarını süngülemişti de. Üzerinde 16 askerimizin künyesiyle, oldukça yüklü miktarda yabancı para bulduk” Görüldüğü gibi Çanakkale gerçekten bir destandır. Kadınlar bu destanda acının en büyüğünü yaşadılar. Onlar babalarını, eşlerini ve evlatlarını kaybettiler. Ama vatanlarını korumak için canlarını da ortaya koydular. Bunun en güzel örneği anlattığımız Türk kadın sniperlardır. Bu kahamanlar, düşman subaylarına ateş ederken, hayatlarından olacaklarını çok iyi biliyorlardı. Sadece erkeklerini beklemediler, onlar gibi bu topraklar için şehit düştüler. Düşmanı hayrete düşüren ve yüreklerine derin korkular salan kahraman kadınlarımız, Mekânınız Cennet olsun. Sizleri saygıyla, minnetle ve rahmetle anıyoruz.” diye konuştu. 
 
DİĞER HABERLER