SON DAKİKA
Fahri ÖZPARLAK
Eskimiş ve eskimeye başlamış meslekler
17 Mayıs 2019, Cuma

Mühürcülere ait pekçok öyküden birisi şudur: Kendi yelken gemisiyle Amasra’dan İstanbu’la gelen bir gemi sahibi, Hakkakler Çarşısına çıkıp bir mühür kazdırmak istemiş. Hakkak adını sorunca, sadece "Battal" deyi vermiş. Usta, eğeleyip hazırladığı mühre bir çırpıda  "Battal" yazıp uzatmış. Adam, okumaya çalıştıktan sonra, "-Ama ben, Amasralıyım ve hacıyım" demiş. Hakkak elinden mührü alıp hemen "Amasralı Hacı Battal" yapıvermiş. Meramını anlatmakta ağır davranan gemici, bu kez de "sefinesinin (gemi) ve arkasında da bir sandalınnın olduğunu uyarınca, hakkak, lahavle çekerek mührü yenibaştan şöyle kazmış "Sahib-i sefinetü ve’s-sandal Amasralı Hacı Battal". 

Müşteri, mührüne yazdıracağı sözler konusunda bir bilgiye sahip değilse veya bunu, hakkâkin tercihine bırakırsa o zaman bu defterlerdeki örneklere başvurulurdu. Hakkak mecmuası" ya da "mühür mecmuası" denilen bu defterlerden bazı örnekler, arşivlerde ve eski kütüphanelerde bulunmaktadır. Sanatlarındaki başanlarının kanıtı olarak özenle desenlendirip yazıyı da ustaca istifledikleri mühürlerin altına ve göze çarpmayacak küçüklükte, iki veya üç haneli rakamla Hicrî yılı yazdıktan sonra, "Alî", "Aşkî", Azmî", Dânâ", "Hüsnî", "Mislî", "Resmî", "Sarnî", "Sım’, "Yümnî", "Zekî" gibi isim veya mahlaslarını koyan kimi hakkakleri sadece bu adlarıyla tanıyabiliyoruz. 

Çeşitli yiyecek, tüketim ve kullanım mallarının fiatlarını gösteren 1640 tarihli "Eslar Defteri"nde "mühr-günân" (mühür kazıcılar) bölümünde şu bilgiler vardır.

"Pirinçten, kazılmamış mühür danesi bir buçuk akçe. Pirinçten kazılmamış kese mührü, on danesi sekiz akçe, Pirinçten kazılmış mühür, Müezzin Mehmed Çelebi ve Abbadî Abdullah kârî olup mısrallı ve hurûfu hemvar (harfleri yüzeysel) olursa danesi on iki akçe. Sade isim olup hurûfu hemvar olursa danesi sekiz akçe, olmazsa danesi beş akçe. Bu iki üstadın ve anlara muladil (eşit) olanın kârî (işi) olup zemin ve zamanlı ve hurûfu hemvar, vüzeraya ve yeniçeri ağalarına mahsus mühür danesi yüz altmış akçe. Sair hamdest (acemi) olanların kan olup mısrallı olan danesi altı akçe, sade isim olanı dört akçe, bunlardan mâ’da eğer tılsım, eğer sairi pulad ve gümüş ve pirinç üzerine kazarlar ise züyfif (değeri düşük) akçe zamanında kazdıklarının nısfını (yarısını) kazalar. Mühür-gen Üstad Mahmud’a ki cümleden mümtaz ve serefrazdır ve ana manend (onun gibi) şagirdlerine (yetiştirdiği ustalara) kazdıranlar müruvveten (gönüllerinden koptuğu kadar) ne verirlerse alıp kendileri geda-çeşmlik (aç gözlülük) etmeyeler." Bu kısa bilgiden, 1640’11 yıllarda İstanbul’un en ünlü hakkaklerinin Müezzin Mehmed Çelebi, Abbadî Abdullah olup bu ikisinin sanatlarında "kâr" (üslup) sahibi olduklarını, fakat bütün hakkaklerin mümtazı ve serefrazı (en seçkin ve dorukta) olanınınsa Mühür-gen Üstad Mahmud olduğunu öğreniyoruz. Anlaşıldığına göre zamanın kadısı da Üstad Mahmud’un ve yetiştirdiği ustaların kazıdıkları mühürler için narh vermeyip müşterilerin gönüllerinden kopanı ödemelerini, ama ustaların da daha fazla istememelerini uygun görmüş. Bu, 17. yüzyılda İstanbul’da sanata ve sanatkâra verilen değeri gösteren önemli bir kanıttır.