SON DAKİKA
Recep ÖĞÜTÇÜ
Karamsar Bir Yazı
06 Kasım 2017, Pazartesi
Vurdumduymazlar, umursamazlar, dertsizler, gamsızlar, saça-sakala göre tarak vuranlar, gelen ağam giden paşam diyenler, suya sabuna dokunmayanlar belki daha rahat yaşarlar.

    Biz yazarlar-çizerler, biz şair olmasak da şair geçinenler, biz gazete köşelerinde arz-ı endam edenler vurdumduymaz olamıyoruz, yanlışa yanlış demezsek, yazmazsak, söylemezsek rahatsız oluyoruz. Doğruları söylerken yerini ve zamanını tayin edemediğimiz de oluyor, birilerini rahatsız ediyoruz, ona da katlanıyoruz.

   Ah! Kendi doğrularımızdan başka, başkalarının da doğruları olabileceğini düşünebilsek. Ah! Bilir bilmez her konuda ahkam kesenlerden olmasak. İşte bu da bizim eksiğimiz, bizim suçumuz.

   Arkadaş, biz duygusal insanlarız. Bir teşekkür bizim için moral olur, bize daha çok yazdırır. Çok okuruz ama okunmak da isteriz. Okunmasak da yazmaya devam ederiz, ta ki dikkat çekinceye kadar. Tıpkı ağlayan bir çocuk gibi. Atalar güzel söylemiş, "ağlamayan çocuğa meme vermezler”.

  Bazen çevreden derler; dünyayı sen mi düzelteceksin, bırak yıkıldığı yere kadar gitsin, gelene ağam gidene paşam de”. Hayır, öyle diyemiyorum, yanlışın üzerine basıp geçemiyorum. Hani Efendimiz (sav) de öyle buyurmuyor mu: "Bir kötülük gördüğünde elinle düzelt, ona gücün yetmezse dilinle düzelt, ona da gücü yetmezse kalbinle buğuz et, bu kısım imanın en zayıf halidir”.

   Ömür ağacından her gün bir yaprak düşüyor, ömür defterinden her gün bir yaprak daha karalanıyor. Silip tekrar yazamıyorum. Biliyorum, bu fırsatlar, bu günler bir daha geri gelmeyecek şekilde geçip gidiyor, zaman durmuyor, ömür uçuyor, kervan yol alıyor, her gün kabre biraz daha yaklaşıyorum. Arkamda bir iz bırakmak istiyorum. Ne yazık ki şu yazılardan başka bir iz bırakamıyorum. Bir de dert dinliyorum, derdi olanlara dua edebiliyorum, sabır diliyorum sadece. Gönül ister ki iş arayana iş vereyim, eş arayana eş bulayım, aç olanın karnını doyurayım, evi olmayana ev yapıvereyim, hasta olanı tedavi ettireyim, sırtında yükü ağır olanın yükünü hafifleteyim, okumak isteyeni okutayım, dinlemek isteyene ders anlatayım, hasılı arkamdan dua eden insanlar bırakayım ve kabrimde huzur içinde yatayım. "Niyet hayır akibet hayır” diyorum, böyle teselli oluyorum.

    Şu bir gerçek ki bu dünyaya her istediğimizi gerçekleştirmek için gelmedik. Verilen nimeti en iyi şekilde kullanmak, verilen ömrü en güzel şekilde geçirmek, verilen malı en güzel şekilde harcamak, verilen sağlığı en güzel yolda değerlendirmek için geldik.

  Şükredecek o kadar nimete sahibiz ki, o nimetlere sahip olmayanları görünce o nimete sahip olduğumuzu hatırlarız. Örneğin, duymayanları görünce kulağımızın değerini fark ederiz, dilsizleri görünce konuşabilmenin kıymetini anlarız. Ayağı olmayanı, yürüyemeyeni görünce ayaklarımızın gücünü fark ederiz. Daha neler neler. Bir de nimet elden çıktıktan sonra ah vah ederiz. Çok şükür, hesabını veremeyecek kadar ne malımız var ne makamımız. Mütevazı bir hayatımız var. Rabbimiz belki kaldıramaz diye büyük yükler yüklememiş. Olanda hayır var.

   Buradan makam mansıp sahiplerine, mal mülk sahiplerine sesleniyorum: O makamlar ve mallar baki değil. Dün geçti, geri gelmez, yarına kavuşmak belki mümkün olmayacak, bugünü değerlendirin, o malın ve makamın (koltuğun) hakkını verin ve bol dua alın. Kırmayın, kırılmayın, yorulun ama yormayın. "Hatırlanmak istiyorsanız hatırı sorulmayanların hatırını sorun”. Fırsat bir defa gelir, insan bir defa doğar, en güzeli o fırsatı değerlendirmek, o hayatı doğru yaşamak. Efendimizin bir hadisiyle noktalayalım: "Ya alim ol, ya öğrenci ol, ya dinleyici ol, ya da bunları seven ol. Beşinci olma, helak olursun”.