SON DAKİKA
Recep ÖĞÜTÇÜ
Eğitim mi? Öğretim mi?
18 Kasım 2017, C.tesi
Geçen gün Sevgili Nurettin Bay da yazdı, Milli Takımın başarısızlığından tut bütün başarısızlıklarımızın temelinde eğitim eksikliği var, eğitim politikamızın yanlışları var. Eğitim altyapımızda büyük atılımlar ve gelişmeler oldu, ancak üst yapıda aynı başarıyı yakalayamadık. Zaman zaman bu eksiğimize Sayın Cumhurbaşkanımız da dikkat çeker.

Evet, Bakanlığımızın adı Milli Eğitim Bakanlığı olduğu halde çocuklarımızı eğitemiyoruz, sadece onlara öğretiyoruz, ezberletiyoruz. Hatta çocuklarımızın beyinlerine bilmesi gerekmeyenleri de yüklüyoruz, habire tarihleri ve isimleri ezberletiyoruz, habire dağları, ovaları, ırmakları ezberletiyoruz. Hayatı boyunca "iki kere iki dört eder” diyecek kadar matematik bilgisine bile ihtiyaç duymayacak çocuğa fizik formüllerini öğretiyoruz, iki- üç dereceli denklemleri, parabolları öğretiyoruz. Şuursuz ve huzursuz, sadece ezberci nesiller yetiştiriyoruz. Merak eden, sorgulayan, okuyan, yazan, düşünen, bulan, özgüveni yüksek, kutsal değerleri olan, erdemli, saygılı nesiller nasıl yetişir, ona kafa yormalıyız.

Birçok bilgi var ki hayatımızın hiç bir döneminde bize lazım olmaz, olmayacak. Merak eden zaten o bilgileri bir şekilde öğrenir. Birçoğumuza pazarda, alış-verişte lazım olacak kadar dört işlemi bilmek yeterlidir. Kuvvetleri, vektörleri öğrenmenin, öğretmenin gereği yoktur. Gel gör ki üniversite okumak için bir sınav vardır, o sınavda da bu gereksiz bilgiler sorulmaktadır. Öğrenci ister istemez o sıratı (o sınavı) bir defalığına geçmek sonra unutmak için o formülleri ezberlemek zorundadır.

Evet, daha ilköğretimin birinci kademesinden itibaren yönlendirmeli eğitim-öğretim şarttır. Çocuk sevdiği dalda, sevdiği yöntemle okursa okulunu sever, derslerine çalışır ve başarılı olur. Kafasının almadığı, sevmediği bir dersi zorla vermeye kalkarsak ancak okuldan ve öğretmenden soğur ve okulunu yarıda bırakır. Sonuçta "ne şehit oldu ne gazi, pisi pisine gitti Niyazi” olur, diplomasızlar ve işsizler ordusuna katılıp ya uyuşturucuya yönelir, ya da hayat boyu bir baltaya sap olmadan devletin sırtında kambur olarak işsiz-güçsüz dolaşır. On beş sene boyunca, en güzel çağını okluda geçiren nice gençlerin bugün ne mesleği var, ne bir iş yapacak becerisi-hüneri var. Ne kürek tutmasını bilir ne kalem. Sanayici kalifiye işçi arar bulmaz, devlet hastanesine doktor arar yok.

Bilgiye ulaşmada, müfredat zenginliğinde, kitap temininde, öğretmen noktasında, derslik sayısında çok sorun yok. Sırtta taşınamayacak kadar ders kitabı var. İçlerinde gerekli- gereksiz bilgiler var. Sağ olsun öğretmenlerimiz de kitapların dışına, müfredatın dışına hiç çıkmazlar, kitapta yazılanla yetinirler(!) Öğretmen kendisi kültürel kitapları, romanları çok okumaz, öğrencinin de okumasını çok beklemezler(!) Öğretmen zil çalar çalmaz sınıfı terk eder, dersi bitmişse okulu terk eder. Öğrencileri için ekstradan zaman ayırmaz.

Evet, öğrenciler görüyoruz, lise son sınıfa kadar gelmiş, iki cümlelik dilekçe yazamıyor, bir konuyu iki paragraf halinde düzgün cümlelerle anlatamıyor. "Nerede on iki yıllık verilen eğitim ve öğretim, bu zaman zarfında bu çocuğa ne verdi okullar?” diye sormadan edemiyoruz. Kendi anadilini sağlıklı bir şekilde konuşamayan, yazamayan, anlatamayan bir öğrencinin bir yabancı dili nasıl öğrensin, öğrenmesi doğru mu? Yabancı dil öğrenmek tamamen merak konusu, merak eden, isteyen onu bir şekilde öğrenir, kurslarına katılır. Yani susayan suyu bulur.

Öbür taraftan imam- hatip okullarını sevdiremedik. Bu okulları bırakıp başka okullara geçen birçok öğrenci görüyorum. "Niçin o okuldan ayrıldın?” diye soruyorum. Hocam, Arapça dersi zor diyorlar, hocalar sıkıyor diyorlar. Bu Arapçayı tercihli yapsak olmaz mı? Varsın çocuk bu okulların havasını alsın, manevi iklimine girsin ve dinini yaşayacak kadar öğrensin, Arapçası eksik olsun. Din görevlisi olmak isteyenler öğrensin Arapçayı.

Hükümetimiz sağ olsun, altyapı noktasında çok büyük atılımlar gerçekleştirdi. Modern okullar yaptı, içlerini modern araç- gereçle donattı, büyük oranda tekli eğitime geçti, bir milyona varan öğretmen aldı, öğretmenler için staj başlattı. Ama üst yapı dediğimiz noktada sorunlar artarak devam ediyor. Öğretmen de, öğrenci de sıkıntılı. Öğretmen sadece maaşını düşünüyor, eğitme -öğretme aşkına sahip değil. Öğrencilerde büyük bir ahlaki erozyon yaşanıyor. Okulların önlerinde uygunsuz görüntülere şahit oluyoruz, uyuşturucu tacirleri kol geziyor. Küçükler büyüğünü saymıyor, büyükler büyüklüğünü bilmiyor. Öğrenciyle öğretmen seçilemiyor, aralarında mesafe kalmamış, birbirleriyle asker arkadaşı gibi konuşuyorlar. Öğrencilerin ağızlarında, konuşmalarında argo laflar, küfürler savruluyor. Nezaket, kibarlık, hürmet, saygı çok eskilerde kalmış.

Evet, müfredat baştan ayağa gözden geçirilmeli, öğretmenler kitaplara çok bağlı olmamalı, ders saatlerinin bir kısmını adaba- erkana, ahlaki sohbetlere ayırmalı. Öğrenciye kitap okuma sevdirilmeli, kompozisyon yarışmaları düzenlenmeli, yazı yazmaya teşvik edilmeli. Geleneklerimiz, göreneklerimiz, ahlaki değerlerimiz, adap ve erkanımız anlatılmalı, yaşatılmalı. Özellikle 4+4+4 eğitim sistemi tekrar gözden geçirilmeli, temel eğitimin ilk kademesi beş yıl olmalı, 5+4+3 şeklindeki kademeli sisteme geçilmeli, ikinci kademede meslek yönlendirmesi ve meslek eğitimi başlamalı, son üç sene tercihe bırakılmalıdır.

Hasılı, Milli Eğitim Bakanlığımız adına uygun olarak eğitime ağırlık vermeli, milli ve manevi değerlerine bağlı nesiller yetiştirmek, ahlaki yozlaşmayı durdurmak için bütün enerjisini ortaya koymalıdır. Güzel hastane binalarının içinde insan sevgisiyle dolu aşk sahibi doktorlar yoksa, yazık o binalara ve masrafa. Yine o güzelim okullar içinde terbiyesiz, eğitimsiz, ahlaksız, saygısız ve sevgisiz öğrenciler yetişiyorsa, yazık o binalara yapılan masrafa. Adliyelerin, hapishanelerin, hatta hastanelerin boş olduğu bir ülke istiyorsak eğitimi yeniden ele almalıyız.