SON DAKİKA
Recep ÖĞÜTÇÜ
Zekat Arınmaktır
20 Mayıs 2019, Pazartesi

Zekat, kelime anlamı itibariyle "temizlemek, arınmak, artmak” gibi anlamlara gelir. Istılahta, dini bir terim olarak, malımızın manevi kirlerden temizlenmesi, bereketlenmesi, nefsimizin de cimrilik gibi manevi hastalıklardan arınması için Allah’ın bir farzı olarak, yine Allah’ın gösterdiği kişilere temlik olarak belli oranda, belli miktara ulaşan malımızdan yılda bir kez verdiğimiz paydır, mali bir ibadettir. Kur’an’da otuzdan fazla yerde namazla zekat birlikte zikredilir, yüzlerce ayette de infaktan bahsedilir. Zekatın bir adı da sadakadır, dinde sadakatimizi ortaya koyduğu, imanımızı ispat ve tasdik ettiği, imanımızda samimiyetimizi gösterdiği için sadaka denilmiştir.  

    Memleketimizde zekatlar genellikle Ramazan aylarında verilir, aslında Ramazanda verilecek diye bir şart yoktur. Üzerimizde bulunan malın veya paranın kameri yılı dolduğu anda zekat farz olur, Ramazanı beklemenin gereği yoktur. Ancak Ramazanda yapılan ibadetler katlanarak yazıldığı için, fakirler kendisini Ramazana hazırlayıp bir beklenti içine girdiği için zekatların Ramazan ayında verilmesi tercih edilmektedir. Zekatı toplu olarak da vermek şart değil, , yılın bütün günlerine yayılarak verilebilir. Kameri yılın dolması da beklenmez, peşin de verilebilir. Ayrıca ticaret mallarında ve nakit paradan, altından, gümüşten kırkta bir alarak hesap ettiğimiz zekat, daha fazla da verilebilir, ağanın eli tutulmaz, kırkta bir olan asgari hesaptır. Kırkta birden fazlası sadakadır, tatavvudur. Zekat verirken fakirin lehine düşünmeli, onun ihtiyacı dikkate alınmalı, mümkünse kırkta birle yetinmemeli, malın kötüsünden değil en azından orta kaliteden verilmelidir. Rabbimiz, "Sevdiğinizden vermedikçe gerçek hayra, iyiliğe eremezsiniz” buyurur.

     Evet, zekat malımızdaki şüpheleri giderir, bereketi artırır. Tıpkı budanan ağacın daha gür dal verdiği gibi, zekatı verilen mal da manen artar, bereketlenir. Zekat malı eksiltir gibi görünse de, yeni kazanç kapılarını açar, her türlü kazadan, beladan, afetten korur, bir çeşit sigortadır. Zekat veren insanlar bunu tecrübe etmişlerdir. Aynı zamanda bizi cimrilik afetinden korur, kalbimizdeki merhameti ve şefkati artırır, fakir- zengin arasında sevgi ve saygı köprüleri kurar, haset ve düşmanlığı yok eder.

     Zekatın kimlere verileceği Kur’an’da sekiz sınıf olarak bildirilmiştir. Bunlar; fakirler, miskinler (üç günlük yiyeceği olmayanlar), zekat toplayan görevliler, kalpleri dine yeni ısınanlar, borçlular, anlaşma yapmış köleler, Allah yolunda çalışanlar ve yolda kalmışlar. Çok şükür bu kesimleri arayıp bulan vakıflarımız, derneklerimiz, güvenilecek aracılarımız var. Bugünlerde zekat vermek için o kadar münasip yer ve aracı var ki, birini tercih etmek, önermek çok zor. Özellikle Konya’mızda onlarca vakıf ve dernek var. Hepsinin de birbirinden üstün faaliyetleri var. Kimileri eğitime ağırlık veriyor, kursları ve yurtları ayakta tutuyor. Kimileri yurt dışına ağırlık vererek oralardaki mazlum ve mağdurları sevindiriyor, kimileri çevrede devletin el uzatamadığı kesimleri görüp gözetiyor. Artık Kızılay’ımız da eski şaibeli günlerinden uzaklaştı, zekat ve fitrelerimizi verebileceğimiz en güvenilir kurumlardan oldu. Hakeza Diyanet Vakfımız da dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilere kol kanat geriyor, onlarca okul ve pansiyonun ihtiyaçlarını karşılıyor.

   Konya’da dikkatimi çeken hayır kurumlarımızdan birisi de Es-Siraç (Kudüs- Filistin Eğitim ve Yardımlaşma Vakfı). Belli zamanlarda Mescid-i Aksa’ya turlar düzenliyor,  Filistin ve Kudüs’de eğitim ve yardım faaliyetinde bulunuyor, Ramazan ayında Mescid-i Aksa’da iftar sofraları kuruyor, o bölgenin mazlum ve mağdur halkının yanında durarak gönül köprüleri kuruyor, Konya’da okuyan yüzlerce yabancı öğrenciye burs veriyor. Panellerle, konferanslarla Mescid-i Aksamızı, Filistinli mazlumları ve İsrail zulmünü gündemde tutuyor. Başındaki Hüsnü Şimşek Hocamızı ve mütevelli heyetini özellikle tebrik eder, Rabbim bu tür kuruluşların ve hamiyetli insanların sayısını çoğaltsın diye dua ediyorum.

   Evet, Efendimizin ifadesiyle, "veren el alan elden üstündür”, veren olmak ne büyük lütuf. Malın-mülkün gerçek sahibi biz değiliz, mülkün sahibi Allah, biz sadece emanetçiyiz, bekçiyiz, malın başında nöbetçiyiz. Bu bilinçle vermeli, Allah’ın bize emanet  verdiğini yine O’nun yolunda, O’nun rızası için infak etmesini, vermesini bilmeliyiz. Alanlar dua eder, verenler dua alır ve her iki taraf da kazanır. Aslında fakir zekat alarak zengini bir yükten, bir borçtan kurtarmış oluyor, dolayısıyla fakir zengine değil, zengin fakire minnet duymalı.  Zengin fakiri görmese, kapısına varılmasa, belki zekatını unutacak, vermeyecek ve borçlu kalacak. Her insan isteyemez, dinimiz dilenmeyi de doğru bulmaz.  Öte yandan verilen yardımı kibir ederek kabul etmemek de doğru değil. Rabbimizin gazap ettiği insanlardan biri de kibirli fakirdir. Fakir, zekat alırken aşağılık kompleksine girmemeli, muhtaçsa yardımı geri çevirmemeli, ihtiyacı yoksa ihtiyacı olana vermeli. Gerçek fakirler  dilenmez, simasından belli eder, zengin onları arayıp bulmalı.   

     Zekat borcu olmayan kardeşlerimiz de sadaka vermeli, mümkünse kapıya geleni boş çevirmemelidir. "Az sadaka çok belayı savar, malınızı zekatla kale içine alın” buyurur Efendimiz. Hepimiz sadaka verebiliriz. Sadaka sadece malla da olmaz; selam vermek de, tatlı dille ve güler yüzle gönül  almak da sadakadır.