SON DAKİKA
Doç. Dr. Nejdet GÖK
Kulu/Karacadağ - Halil İnalcık’la Birlikte Osmanlının İzinde
14 Kasım 2014, Cuma
Karacadağ, Türkiye coğrafyasında birden çok dağa verilmiş ortak bir isim olarak karşımıza çıkıyor. Ancak burada söz konusu olan Karacadağ; Kulu yakınlarında, Ankara-Kulu arasında uzanan uluslararası karayolunun batısında yer alan adından da anlaşılacağı üzere, uzaktan görünüşü itibarıyla kara veya gri renki eski bir volkan dağıdır. Haymana ilçesine yakınlığı dolayısyla da bazı kaynaklarda Haymana-Karacadağ şeklinde kaydedildiğini de görüyoruz.Günümüzde bu dağın güney ve batı bölgesi eteklerinde yer alan köylerin bir kısmı Kulu ilçesine bağlı iken,kuzey ve doğu tarafındaki köyler de Haymana’ya bağlanmıştır. Bu durumda Karacadağ, Ankara il sınırlarının güney batısında ve Ankara’nın Haymana ilçesi ile Konya’nın Kulu ilçesi arasında konumlanır, yüksekliği de 1724 metredir. Kuşkusuz, çocukluk yaşlarımdan beri Karacadağ’ın benim hayatımda ayrı bir yeri olmuştur.
 

Karacadağ’ın Sisli Bir Şafak Vaktinde Gölbaşı Emirler Köyü Sırtlarından Genel Görünümü (Fotoğraf Nejdet Gök, Ekim 2014)
 
Onu her görüşümde yıllar öncesine gider, rahmetli dedemle aşağıda aktaracağım tatlı hatıralarım aklıma gelir.Bu nedenle konuya girmeden önce; sabrınıza itimat ederek, biraz kendimden ve Karacadağ ile olan alakamdan bir kaç cümle ile olsun söz etmem yararlı olacaktır sanırım.
Bendeniz aslen Ankara’nın merkeze yakın şirin ilçelerinden birisi olan, bugün Gölbaşı nüfusuna kayıtlı bir köyde doğmuşum. Köyümüz Emirler, Ankara-Konya Karayolu üzerinde, Haymana’ya 40, Bala’ya 25, Kulu’ya 35 km.mesafede, üç ilçenin ortası bir mevkide yer almaktadır. Bir rerandum sonucunda 30 yıl önce bağlandığı Gölbaşı ilçesine de 50 km.uzaklıktadır. Osmanlı Kayı Boyu’nun ilk yerleşim yeri olan Karacadağ güneyimizde yer alır. Karacadağ eteğinde yer alan Yaraşlı köyü, köyümüze kuş uçuşu 25-30 km uzaklıkta bir Türkmen köyüdür. Halil İnalcık Hoca ile, 2003 Nisanı’nda çalışmalarımızı bu köyün kahvesinde başlatmıştık.Yaraşlı aynı zamanda annemin teyzesi Mahinur’un (kısaca Mahi) gelin gittiği köy olduğundan akrabalık ilişkilerimiz vardır. Son yıllarda torunlar arasında yapılan evliliklerle bu ilişkiler daha da canlandırılmaya çalışılıyor.
Bu tarihi dağın hayalimdeki yeri bambaşkadır. Küçüklüğümden beri, Ankara’ya doğru uzanan geniş ova ve yaylaların bir başında, çevreye hükmeden edasıyla bağdaş kurmuş bir aşiret beyini hatırlatır bana. Çok yüksek olmamakla birlikte epey heybetli bir duruşu vardır Karacadağın. Ankara’nın iki eski ilçesi olan Bala ve Haymana, bizim arazilerimizin doğu ve batısında yer almaktadır. Yüksek iki tepe üzerine kurulmuş bu iki ilçenin, açık ve bulutsuz havalarda birbirini görebilecek mesafede olduğunu bir kaç kez müşahede etme şansım olmuştur. Özellikle beyaz ve parlak yapılar adeta bir ayna gibi parlamaktadır. Şeyh Edebalı’nın kızı Bala Hatun (Malhun Hatun)’un Osman Bey’in hanımı, Hayme Ana’nın da annesi olduğu göz önüne alınırsa yöredeki Osmanlı izleri daha da belirgin hale gelir hiç kuşkusuz. Büyük büyük dedelerim, çok belirgin olmayan tarihlerde Türkmenistan’ın Aşkabad şehrinden önce İran üzerinden Suriye taraflarına, sonra da Adana üzerinden Ankara havalisine göç etmişler. Arşiv kayıtlarında Bozulus Tabanlı Türkmenleri cemaatine mensub bir aileden olduğumu, araştırmalarım sonucunda çok şükür tesbit edebildim. Özetlemek gerekirse; Hayatımın her safhasında; İslama ve insanlığa hizmetkar olmuş, şanlı atalarımla hemen her fırsatta iftihar etmiş, "Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!” inancıyla yoğrulmuş ve bu günlere gelmişim. Vatanın birlik ve bütünlüğü söz konusu olduğunda gerisinin teferruat olduğu bilincini bana hiç bir zaman kaybettirmeyen Yüce Allah’a hamd u senalar ediyorum. Öğrendiğim bu kutsal değerleri öğrencilerime de aktarmayı gaye edinmiş bir tarihçi olarak elan öğretim üyeliğine halen devam ediyorum.Rabbim fırsat verirse, eski bir arşiv uzmanı olarak önümüzdeki yılları daha çok Osmanlı’nın kökenleriyle ilgili topoğrafik ve arkeolojik çalışmalara ayırmak, öğrencilerime tez çalışmaları yaptırmak istiyorum. Bu sayede mikro anlamda yöresel, makro anlamda genel tarih çalışmalarına da belli ölçüde katkıda bulunabileceğime inanıyorum.
Osmanlı arşiv kayıtlarına göre: Köyümüzün sahip olduğu geniş araziler uzun yıllar Osmanlı hanedanına ocaklık olarak tahsis edilmiş, kan değer münbit topraklardır. Günümüzde Ankara-Konya transit yolu arazilerimizi tam ortadan ikiye bölüyor. TRT nin yurtdışı vercilerinin yer aldığı geniş telsiz arazisi köyümüzün toprakları üzerinde bulunuyor. Arşiv vesikalarında: "Karye-i Emirler, nam-ı diğer Seydili” olarak kaydedilmiş.1960 ihtilalinde emekli edilen rahmetli amcam emekli albay Hasan Gök’ün köy şeceresi ve aşiretlerle ilgili, tamamen rivayetlere dayanan mütavazi bir çalışmasını da burada zikretmeliyim.
Her şeyden önce; Çocukluğumdan beri tarihe ve tarihi romanlara ayrı bir merakım olduğunu belirtmeliyim. Babam Hacı Hızır da, dedem rahmetli Hacı Arap Şıh gibi okumaya,ilme, irfana ve kitaba aşık birisidir. Ancak ailevi şartlardan dolayı mektep medrese bitirme imkanını çok istemesine rağmen, maalesef bulamamaş, özlemini bir ukde halinde içinde saklamış bir ölçüde de çocuklarını okutarak gidermeye çalışmıştır. Bildim bileli sürekli bir şeyler  okur. Türkiye ve dünya gündemini Hacı Annemle birlikte yakından takip etmeye çalışır.Özellikle son yıllardaki gelişmeleri değerlendirirken şahsen beni çok şaşırtan oldukça isabetli tesbitlerde bulunurlar. Anadolu insanın ortak özelliği onlar da kendini gösterir: İlim ehli olmasalar da irfan sahibi olduklarında kuşku yoktur. Göz rahatsızlıkları bile bu merakını engelleyememiştir. Bugün Hakk’ın rahmetine kavuşmuş, çoğu Çanakkale gazisi olan köylülerimizin ifade ettikleri gibi; onların baba ve dedeleri de mekteb medrese ehli kişilermiş. Bunlardan Gök Mehmet Oğlu Hasan Hoca Akasaray, Konya ve civarı bazı şehirlerde müderrislik yapmış, muhtemelen ıslah-ı medarisin öncüleri içinde yer almış, ehl-i berat sınıfından bir müderristir. Maalesef o yıllarda meşhur bir afet olan taun hastalığından dolayı 40 yaşlarında Rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur. Hacı Babam bugün, 80 yaşına merdiven dayamış olmasına rağmen hala günün nerdeyse 10-15 saatini okumaya ayıran, kendi halinde bir zat-ı muhterem olarak yaşamını yazın köyde, kışın Ankara şehir merkezinde sürdürmektedir. Yedi çocuğu okutmuş olmanın vermiş olduğu gurur ve güven ona ayrı bir dünya açmıştır. Babacığımın kendine özgü adetlerinden birisi de küçük yaşlarımızdan beri özellikle gazetelerin verdiği hediye kitapları biriktirmek, muhafaza etmek, ezber yapar gibi ayrı bir şevk ve heyecanla bir kaç kez tekrar etmektir. Bu kitaplar arasında özellikle; 70’li yıllarda muhafazakar bir gazetenin hediye ettiği, Konyalı Vehbi Efendi’nin Hulasatü’l-Beyan isimli tefsiri ile, Aşıkpaşazade Tarihi’nin benim dünyamda her zaman müstesna bir yeri olmuştur. Ortokul yıllarımın başında okuduğum ve hoşuma giden bölümlerini arkadaşlarıma da bir çok kez tekrar ettiğim Aşıkpaşazade Tarihi’ni ayrı bir yazıda ele almak ve incelemek gerektiğini belirtmeliyim. Cay-ı hayrettir; Kaderin bir cilvesi olarak, yıllar sonra Bilkent Üniversitesi’nde tanıştığım, beraberce 12 yıl birlikte çalıştığım, doktora danışmanım Prof.Halil İnalcık Hoca’nın Aşıkpaşazade Tarihi ile ilgili makalesini okuduktan sonra, söz konusu Osmanlı tarihini daha başka bir gözle görmeye, anlamaya ve değerlendirmeye başladım. Daha dikkatli bir gözle bir kaç kez daha tedkik ettim, önemli notlar aldım. Bu bilgilerimi Osmanlı Tarihi dersinde öğrencilerimle de paylaşmaya, eserin önemine dikkat çekmeye çalışıyorum.
 

Yaraşlı Köyü Kahvesi-Nejdet Gök Halil İnalcık İle Birlikte
(Yanımızda Karacadağ Belediye Başkanı Mustafa Taşçı ve Halit Bilici) (Fotoğraf:Nejdet Gök)
İlkokulu henüz bitirdiğim yıllardı.Yaz tatillerinde şehir merkezine bir saat mesafe yer alan köyümüze gider, bir süre dedemle birlikte tarlaları dolaşır, köy kültürünü her yönüyle öğrenmeye çalışırdık. Şehir ve köy kültürünü birlikte yaşama ve öğrenme şansını yakaladığım için kendimi her zaman bahtiyar saymışımdır. Tarihe ve tarihi şahsiyetlere bu kadar meraklı olmam dedemin çok hoşuna gitmiş olmalı ki,Hiç unutmam bir hasad günüydü; "Yıldırım Düşen Dağın Ardı” denilen mevkide bulunan tarlamızda, ekin biçmekle meşgul olmasına rağmen, kısa bir süre nefeslenmek için işine ara verdi. Bardak altı kalınlığında camları olan gözlüğünün tozlarını eliyle sildikten sonra, kuş uçuşu tahminen 8-10 km ilerdeki yüksek bir dağı göstererek: Bak oğlum! bu kara dağın adı Karacadağ’dır. Bizim güneyimizde yer alır.Tam kıble istikametimizdir. Zaten o gün de bu gün de kıblemiz orasıdır. Ertuğrul Gazi ve Osmanlı Hanedanı ilk defa bunun eteklerine yerleşmiş, hayli bir müddet eğlenmiştir. Onunla birlikte bir çok göçebe Türkmen ve Türk de gelmiş, bu toprakları vatan tutmuştur. Ben babamdan böyle duydum.Türk köyleri Türkmenlere göre İslamı yaşamakta daha gevşektirler. Bu topraklar bir zamanlar Alişar adı verilen bir beyin de yurduymuş” (Rahmetli dedemin bahsettiği Alişar; Cimri Olayı’ndan sonra meşhur Cimri’yi yakalayıp 1279’da Anadolu Selçuklu Sultanı III.Gıyaseddin Keyhüsrev’e teslim eden Germiyanoğlu Hüsameddin Ali Şir olsa gerek. Günümüzde bile Terken Hatun gibi bizim havalide bazı deyimlerde adı geçmektedir.Halam rahmetli fazla böbürlenen birisini kızdığında: "Neden bu kadar havalanıyorsun? Kayı Boyu’ndan kız mı aldın yoksa? Deyişini de hiç unutamam. Ona göre; Kayı boyu ile hısım olmak, onlardan kız almak dışında birisin gurulanması lüzumsuz bir tavırdır. ) . Dedemin bu sözleri bugün bile bütün canlılığı ile hafızamda yer almaktadır. Yine bir gün mahsülü ofise sattıktan sonra Samanpazarı ve Atpazarı civarına götürmüştü rahmetli beni.Aslanhane adı da verilen Ahi Şerafettin Camii ve Ahi Evran Camisi başta olmak üzere o civardaki büyük camileri tek tek dolaşmış, Mimar Sinan’ın yaptırdığı Yeni Cami önünde kısa bir mola vermiş, üzüm ekmek ve domatesten oluşan bir menüyle alelacele karnımızı doyurmuştuk. Akşama doğru Samanpazarı’ndan kalkan otobüsle de köyümüze dönmüştük.Uygulamalı eğitimin ne derece etkili olduğunu ilk kez bu metodlarıyla dedem rahmetli öğretmişti bana.
 

Nejdet Gök, Halil İnalcık’la birlikte Karacadere Köyü Kahvesinde Köylülerle Birlikte (Fotoğraf: Nejdet Gök)

Karacadağ ve köyümüzle ilgili bu bilgileri zaman zaman doktora hocam Halil İnalcık’a da anlatırdım.Yıllar sonra bir bahar gününde Karacadağ civarına bir araştırma gezisi yapmak istediğini söyledi.Bir kaç gün sonra da ilk ziyaretimizi Halit Bilici adında bir rehber arkadaş ve iki asistanımızla birlikte Karacadağ eteklerindeki köylere yaptık. (Yine kaderin bir cilvesi olmalı ki, kızım Ayşe Sümeyye Gök bugün, yine bu dağ eteğinde yer alan Kozanlı Kasabası’nda öğretmenlik yapmakta, yöre halkına hizmet sunmaktadır.) Özellikle son yıllarında Osmanlı’nın kuruluş meselesi üzerinde yoğunlaşan İnalcık, ilerlemiş yaşına rağmen ( ki, 2014 yılı itibarıyla hoca 99 yaşındadır)  Osmanlı Arkeolojisi fikrinin bir devamı olarak, Osmanlının kuruluş mekan ve şehirleri olan Karacadağ’ın yanında; Söğüt, Bilecik, Yalova vb. yerlerde bir dizi topografik çalışmalar yapmış,Osmanlı Devletinin Kuruluş dönemini anlatan kaynakların yetersizliğine dayanan, Osmanlı kroniklerinin sıhhati konusunu sorgulayan Colin Imber vs. bazı batılı tarihçiler tarafından ileri sürülen "black hole” (Kara Delik) vb.bir çok olumsuz ve yanlış iddiayı da bilimsel metodlarla çürütmüştür. Bendeniz de, yukarda temas ettiğim gibi, Mart-Nisan 2003 tarihlerinde Karacadağ ve çevresinde yapılan bazı araştırmalara doktora tez danışmanım Prof.Halil İnalcık ile bizzat katıldım. Bu topografik çalışmaların en yakın şahitlerinden birisi oldum. Kulu merkezine 15-20 km. uzaklıktaki Karacadağ ve onun eteklerindeki Yaraşlı (Gülşehri) Köyü halkını ziyaretimiz, dönemin kaymakamı Sayın Ahmet Cengiz ve Halit Bilici’nin yardımları ve rehberlikleriyle Yaraşlı, Seyitahmetli, Dipdede, Karacadere vs. civar köy kahvelerinde köylülerle yapılan oral tarih araştırmaları, yapılan çekimlerin hepsi bu topografik çalışmaların bir parçasıydı. Bu araştırma seferlerinin birisinde de; halen Kulu belediye başkanı olan Sayın Ahmet Yıldız’a da misafir olmuş, yakın ilgi ve alakasını görmüştük. Buradan kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum. Halil İnalcık hocamız, bu araştırmaların sonucunu hem seminer derslerinde anlatmış hem de bir makale halinde Belleten’de yayınlamış ve belgesellerde de kullanmıştır.( H.İnalcık, "Osmanlı Beyliği’nin Kurucusu Osman Beg". Belleten (Ağustos 2007), s.261) İnalcık, 2003 yılı Temmuz ayında Aksiyon dergisine verdiği bir röportaşında Osmanlı Beyliği’nin kuruluşu ve Karacadağ’ın önemi ile alakalı bu çalışmalara şu soruyla işaret ediyordu: -Osmanoğulları şeceresi nereye kadar uzanıyor, Ertuğrul Gazi kimdir? İnalcık: "Bu ailenin bir Oğuz Türkmen boyundan geldiği kesin. Ertuğrul Gazi hakkında hiçbir resmi kaynakta bilgi yok. Ben konuyu takip ediyorum. Birtakım ip uçları buldum. Bir kaynak diyor ki, Ertuğrul Gazi, Alâeddin ile birlikte Karacadağ"a gelmiş, orada kendisine bir yer verilmiş. Topografik araştırmalarım sonucunda Ankara"nın güneyinde büyük bir Karacadağ olduğunu ve bunun civarında Türkmen köylerinin olduğunu ortaya çıkardık.” Ancak Cumhuriyet ilk yıllarında patlak veren Şeyh Sait ayaklanması ve onu takip eden siyasi gelişme ve tedbirlerin bir sonucu olarak, sonraki tarihlerde dağ eteklerine ciddi bir Kürt nüfusunun iskan olunduğu , yeni köy ve kasabalar oluşturulduğu da yine bu çalışmalar sırasında, İnalcık’la birlikte tesbit ettiğimiz hususlardı. Bununla birlikte; söz konusu tarihlerden önce de bölgede yer yer kürt yerleşimlerinin olduğunu da yine: "Kürtlerin Yurdu” gibi yöresel mevki adlarından ve ören yerlerinden çıkarabiliyoruz. 
 
Özetlemek gerekirse: Karacadağ ve civarının Osmanlı tarihi ve bölge tarihi açısından önemi ortadadır. Ancak şimdiye kadar bölge üzerinde arşiv kayıtlarına dayalı sistematik, kapsamlı, çok yönlü bir çalışma maalesef henüz yapılamamıştır. Halil İnalcık Hoca ile birlikte 2003 yılı baharında, Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümünden asistanlarımızla birlikte, Osmanlı Beyliği’nin izinde- Karacadağ eteklerinde yapmış olduğumuz Karacadağ Bölgesi topografik çalışmaları, hiç kuşkusuz alanındaki ilk topografik ve arkeolojik araştırma ve değerlendirmelerdir.Daha geniş bir zaman ve mekan çerçevesinde, Eskişehir ve Söğüt istikameti göz önüne alınarak, daha organize bir biçimde, yeterli ekip ve ekipmanlarla birlikte genişletilip, derinleştirilerek devam ettirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Osmanlı Arşivleri destekli, yapılacak bu topografik çalışmaların sonucunda; Osmanlı Kuruluş dönemiyle alakalı sınırlı bilgi ve görüşlere ayrı bir boyut kazandırılacak, Karacadağ’dan Söğüt’e uzanan tarihi rota ve güzergah, sadece efsanevi rivayetlerle değil, bilimsel veri ve yorumlarla belirlenmiş olacaktır.
 
Selçuklu, 06.11.2014
 
Doç.Dr.Nejdet GÖK
Necmettin Erbakan Üniversitesi
SBBF Tarih Bölümü