SON DAKİKA
Doç. Dr. Nejdet GÖK
OSMANLI ARŞİVLERİ PAPA’YI YALANLIYOR
26 Nisan 2015, Pazar
“Arşivlerimiz Başlı Başına Bir Beraat Vesikası”
 
Dün öğle saatlerine doğru, Anadolu Ajansı Kocaeli Şubesi “Arşivler Başlı Başına Bir Beraet Vesikası” başlığıyla şahsıma ait uzun bir görüşmeyi kısa bir şekilde haberleştirip yayınladı. AA.Muhabiri Şahin Oktay’a bu çabasından dolayı teşekkür ediyorum. Ermeni meselesi ve soykırımı iddiaları ile ilgili bu haber epey ilgi uyandırdı ancak maalesef çok fazla kısaltıldığı için maksat da tam anlamıyla anlaşışlamadı. Bazı okuyucular konuyla ilgili sorular sorup daha ayrıntılı bilgiler talep ettikleri için yazının daha geniş ve kapsamlı şeklini buraya,“Belge.com.tr” deki köşeme aldım. 
 
Basına da yansıdığı üzere; 8-11 Nisan 2015 tarihleri arasında Akdeniz Üniversitesi’nin ev sahipliğinde çok önemli bir sempozyum gerçekleştirildi. “Kadim Dostluğun Yüz Yıllık Açmazında Türk - Ermeni İlişkileri Uluslararası Sempozyumu: Toplumsal Bellek, Önyargılar ve Gerçekler” başlıklı etkinlik, 10 Nisan 2015 Cuma günü yapılan; “Türk – Ermeni İlişkilerinin Geleceğine Yönelik Somut Öneriler ve Değerlendirme Oturumu” ile sona erdi. 
 
Akdeniz Üniversitesi rektörü Prof.İsrafil Kurtcephe,Türk Tarih Kurumu’nun yeni başkanı Prof.Refik Turan ve Antalya valisi Muammer Türker’in birer konuşma yaptığı sempozyum Tuluyhan Uğurlu’nun "Güneş Ülke Anadolu"  –içeriği eleştiriye açık olmakla birlikte- adlı konseriyle başladı. 
 
Ancak sürekli değişen yoğun gündem nedeniyle bu önemli toplantı da benzerleri gibi basında gerekli olan ilgi ve alakayı maalesef bulamadı. Ama sempozyumun hemen arkasından- Türkiye’nin tüm iyi niyetli yaklaşımlarımlerina rağmen- Papa’nın bir fitne çarkının düğmesine basar gibi yaptığı talihsiz soy kırımı açıklaması ve arkasından AB parlementosunun sözde Ermeni soykırımını onaması, hemen peşinden Almanya ve diğer ülkelerin desteği bir kez daha Türkiye ile peşin fikirli haçlı ittifakını karşı karşıya getirdi. 
Akdeniz Üniversitesi’nde geçen hafta düzenlen bu sempozyumun ilginç yönlerinden biri de başlığı idi: “Kadim Dostluğun Yüz Yıllık Açmazında Türk - Ermeni İlişkileri” Ama ne fayda ki uzattığımız dostluk elini bir tek Ermeni akademisyen bile maalesef tutmadı. Son yıllarda başta Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Bakanlarımız olmak üzere devletin en tepesinde yer alan yetkililerin tüm dostluk çağrı ve çabalarına da yine maalesef hiç bir Ermeni yetkilisi ilgi göstermedi.
 
Biz kadim tarihimizde de hemen her dönemde yaraları sarma, kederleri giderme, musafa ve anlayış ekesnli, sorun çözmeye yönelik siyasetleri takip etmiş bir milletiz.Bu yüzdendir ki, daha düne kadar boğazımıza çökmüş düşmanlarımız bile affedip bağrımıza basmışız.Bu Osmanlı’dan Selçuklu’dan günümüze büyük devletler kurmuş bir milletin tarih boyunca oluşturduğu bir reflekstir.Biz istesek bile terörist tedbirlerle, eşkiya taktikleriyle, komplo ve tuzaklarla sonuca ulaşmaya çalışan çete zihniyetli bir toplum veya millet olamayız.İnancımız ve insani temeller üzerine oturtulmuş kültürümüz buna asla izin vermez.Ancak bize ihanet eden, arkadan vuran, canımıza ve ırzımıza kastedenlerden de tarihin hiç bir döneminde, hiçbir zaman korkmadık…En son ocak sönünceye kadar da korkmayız.
 
TTK Başkanı ve Vali Bey’in Mesajları 
 
Akdeniz Üniversitesi’nde yapılan bu tarihi sempozyumun açılış konuşmalarında devlet yetkilileri tarafından açık ve net mesajlar verildi aslında. Ana tema: Kiltlenen  ve açmaza giren bu konunun, iki tarafın da razı olacağı bir noktada, makul ve mantıklı bir şekilde çözülmesiydi.Ama ipe-sapa gelmez, tek mahareti günümüzde bile katliam ve kıyım olan, her türlü diyaloğa kapalı Ermeni diasporası ve devletiyle nasıl bir çözüm yolu bulunabilir di? Özellikle Azerbaycan-Karabağ ve Hocalı’da döktükleri kanlar hala kurumamışken… 
 
Tüm bunlara rağmen biz yine bize yakışanı yaptık. Büyüklük bizde kalsın dedik ve bir kez daha dostluk için el uzattık..Antalya Valisi Türker sempozyum açılış konuşmasında özetle; Türkler ve Ermeniler'in yüzyıllar boyu aynı kaderi paylaştığını, 1915 olaylarının ardından iki milletin ayrıştırıldığını, 100 yıl öncesinin travmalarının hala hissedildiğini ancak artık duygusal yaklaşımların bir tarafa bırakılarak, akılcı ve mantıklı bir çözüm için yeni adımlar atılması gerektiğini söyledikten sonra sözlerini: “Ümit ediyorum bu sempozyumda bilimsel bakımdan çok önemli bilgiler oluşturulacak, hem de siyaset, algı yöneticileri, ilgili herkese çok güzel öneriler çıkacaktır" ifadeleriyle tamamladı.
 
Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan da, Ermeni meselesinin "siyasi, tarihi ve propaganda" tarafı olan çok boyutlu bir mesele olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti'nin en güçlü olduğu boyutunun tarih olduğunu, 100 yıl önce olan hadiselerin 1915-1923 tarihleri arasında görüşüldüğünü, bu görüşmelerin çeşitli anlaşmalara yansıdığını, 1923'ten sonra ise 1973 yılına kadar stabil bir durumda kaldığını belirttikten sonra, artık meselenin soğukkanlı şekilde, reaksiyonel refleksler dışında, aksiyonel bir tavırla yeniden ele alınması gerektiğine işaret ederek, Türkiye'nin konuyla ilgili yeterince belgesi bulunduğunu, dünyadaki vicdan sahibi araştırmacılara bunların ulaştırılması gerektiğini, mevcut kilit ve inatların, bilimsel ve tarihi gerçekler ışığında, mantıklı ve makul bir şekilde, çok boyutlu bir mesele olarak düşünülmesi, açılması ve aşılması gerektiğini, bunun da uzun soluklu projelerle gerçekleştirilebileceğini söyledi.
 
Akdeniz Üniversitesi  Rektörü Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe ise Türkiye'nin dış politikaları arasında Türkiye'yi en çok zorlayan hususlardan birinin, batı dünyasının son yıllarda adına soykırım dediği, Türkiye'nin de "asılsız soykırım" diye ele aldığı, 1915 yılında Anadolu topraklarında Ermeniler ile yaşanan sorunlar olduğunu, oysa Türk milletinin her dönemde mazlumun yanında, zalimin karşısında yer aldığını, Ermeniler’le de ortak bir tarih ve kaderi paylaştıklarını, aynı kültür coğrafyasının insanları olduğunu, 1071 den 1890’a kadar aralarında en küçük bir çatışmanın olmadığını, bu nedenle teba-i sadıka olarak adlandırıldıklarını belirtti.
 
Londra Türk Büyükelçiliği Arşivi’nde Yer Alan Vesikalar
 
Seksenli yılların sonundan itibaren Osmanlı Arşivlerinde çeşitli fonlarda uzman olarak çalışmış, Hariciye Grubu da dahil çeşitli fonların tasnif işlerinde görev yapmış bir Arşiv Uzmanı olarak sempozyumda, 2000 ve 2001 yıllarında Londra Türk Büyükelçiliği Arşivi’nde yaptığım araştırma ve yaptığım tasniflere dayalı olarak; “Londra Türk Büyükelçiliği Arşivinden Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivlerine İntikal Ettirilen Osmanlı Vesikalarının Türk-Ermeni İlişkileri Açısından Önemi” başlıklı bir tebliğ sundum. 
 
Şu an Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi SBBF Tarih Bölümü Yeniçağ Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı olarak Sempozyum sonunda Anadolu Ajansına verdiğim demecde de özetle şunları söylemiştim:
 
“1987 Yılı başlarında Osmanlı Arşivleri’nde uzman olarak çalışmaya başladığımız yıllardan bu yana Ermeni iddiaları meselesi konusunda özellikle arşiv vesikalarına dayalı yoğun çalışmalar yapılmaktadır.Şahsen görev aldığım Osmanlı Arşivleri Hariciye Grubu ile birlikte emekli büyükelçi ve Osmanlıca bilen subaylardan oluşmuş akademi grubuyla yağun bir şekilde tasnif çalışmaları yapmış ve bir iki yıl içinde 39 ciltlik Ermeni Vesikalarıyla ilgili bir fon hazırlamıştık. O günlerde Türkiye’nin başını ağrıtan en önemli konu Ermeni meselesi idi. Sonraki yıllarda Devlet arşivlerinde devam eden eden bu çalışmalar sonucunda tam 38 bin sayfadan oluşan bir Ermeni sorunu külliyatı ortaya çıkarıldı. Devrin Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve başbakanTurgut Özal başta olmak üzere ilgili devlet ricali bir kaç kez Osmanlı Arşivlerini ziyaret etmişti.Hazırlanan külliyat ve katalogların mikrifilmleri de dünyanın en önemli arşiv ve kütüphanelerine yollanmıştı. Daha sonra başka kurumlarca da artırılarak sürdürülen bu tasnifler hangi sorunun çözümünü sağladı? Bu dokümanlara dayanarak birbirinden değerli yayınlar ortaya çıkaran bilim adamlarımızın çabaları bize ne kadar bir mesafe aldırdı? 
 
Şunu gönül rahatlığı içinde rahatlıkla söyleyebiliriz: Gerek İstanbul’daki Osmanlı Arşivleri, gerekse Londra Osmanlı Türk Büyükelçiliği ve diğer elçilik arşivlerinde bizim bilinçli veya planlı bir şekilde soy kırımı veya katliam yaptığımızla alakalı tek bir belge bile bulunamamıştır. Osmanlı Devleti özellikle son döneminde, en azından 30 yıl boyunca dışişlerini Ermeni asıllı diplomatlara bırakmış,devletin dış dünya ile ilişkilerini Ermeniler yönlendirmiştir.Buna rağmen arşivlerimizde Ermeni soykırımı ile alakalı herhangi bir vesika çıkmamış olması bile belli başına bir tezkiye ve beraat vesikası olarak karşımızda durmaktadır.Bunun en somut örneklerinden birisi de Londra Sefaret Arşivi’dir.
 
Bizim tarihimizde hiç bir dönemde soykırımı yoktur
 
Yine bizim tarihimizde hiç bir devirde, farklı din veya düşünce sahiplerine yönelik etnik katliamı ifade ve ima  edebilecek kara veya karanlık bir sayfa bulunamamıştır.Ancak tehcir sırasında istenmeyen bazı korkunç olayların olduğu, bunun da devlet yetkililerini çok rahattecziye olundukları da bir gerçektir.Aynı şekilde; Olayları batılı devletlerin teşvik ve aldatmasıyla Ermeni çetelerinin başlattığı, bir çok köy ve kasabada korkunç katliamlar yaptıkları da inkar olunamayacak bir gerçektir.Kavgayı onlar başlatmış, karşılık görünce de ağa babalarının eteklerine sığınmışlar, namertçe bir komplo ve insafsız bir mücadele içine girmişlerdir.  
 
Ancak biz ne yaparsak yapalım, başta Papa olmak üzere Hristiyan dünyanın Ermeni meselesinde aldıkları tavır ortada. Tamamen siyasi amaçlar doğrultusunda, olayları tek taraflı değerlendiren bir zihniyete sahip karşımızda yeni bir Haçlı İttifakı oluşmuş durumda.Üstelik içimzdeki yerli işbirlikçileri de avaz avaz “soykırımı şarkıları söyleyemeye” başladılar. İçimizdeki İrlandalılar olmasa iş bu hale gelmez bu güne kadar uzamazdı zaten.Netice sözde soykırımın 100.yılında Ermeni lobisi karşısında tek başına kalmış bir Türkiye ortaya çıktı.İslam dünyasının her nazik konuda olduğu gibi böyle hayati bir meselede de ölü sessizliğine bürünmesi ibret verici bir durumdur.
 
Hatalardan ders çıkarmak
 
Hiç kuşkusuz her şeye rağmen, bu aşamadan sonra da bizim yapacağımız bir çok iş var…Öncelikle olanlardan ders çıkarmak, hatalarımızı görmek, bu noktaya kadar nasıl gelindiğini insaflı ve akıllı bir düşünce doğrultusunda değerlendirmek ve bundan sonra takip edilecek yol haritasını belirlemek olmalıdır. Demokles’in kılıcı gibi tepemizde duran ve her yıl Nisan ayında insafsız batı aleminin merhametine bizi mahkum eden bu sorunu bir an önce –makul ve mantıklı ölçüler dahilinde- çözüme kavuşturmamız gerekir.
 
Arşivlerimizin adını “Devlet Arşivleri” koyarak başlayan tarihi hatalarımız, Ermeni sorununu çözümünü TTK, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü gibi devlet kurumlarına, emekli diplomatlar ve askerlere havale etmekle devam etti. Seksenli yılların sonundan itibaren arşiv uzmanı olarak görev yaptığım Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivleri’ne başvuran nisbeten tarafsız bazı bilim adamlarının en çok şikayetçi oldukları hususlardı bunlar.Devlet eliyle, savunma psikolojisi içinde, yine seçilmiş devlet memurlarıyla hür dünya önünde kendimizi tezkiye etmeye çalıştık.Oysa mesele ta başından beri; kin ve nefret söylemlerininden sıyrılarak, konunun uzmanı tarihçilerin yapacağı çalışmalar, sempozyumlar, kongreler çerçevesinde aktif ve çözüm getirici bir düşünceyle ele alınmalıydı. Üçüncü şahısları çok fazla devreye sokmadan kendi aramızda çözülmeliydi. Mesele kimin haklı veya haksız olduğu, ne kadar Ermeni ne kadar Türk katledildiğinden çok bu aşamada ne yapılabilir olduğu veya olmadığı idi. Bilimsel veriler ışığında, iki taraflı hukuki ve siyasi bir çözüm yolu aranabilirdi.
Bugünden sonra ne yapılabilir?
Maalesef Ermeni sorunu da Kürt Sorunu ve Kıbrıs Sorunu gibi belli menfaat çevreleri ve yerli işbirlikçilerince bilinçli bir şekilde uzatıldı.Çözüme yaklaşıldığı anlarda provokatif eylemlerle tekrar canlandırıldı.Rant ve menfaat kaynakları sürekli açık tutuldu. Amaç pasif savunma psikolojisi altında işi zamana yayama veya çözümsüzlük olunca elde bulunan devasa arşiv veya dokümanlar da beklenilen sonuçları getirmedi maalesef. Ermeni diasporasının aktif ve tecavüzkar siyaseti yüzünden derdimizi dile getirecek dostları da bir bir kaybettik. ABD Kongresi’nde her yıl çemşit pilavı gibi ısıtılıp gündeme getirilen Ermesi soykırımı konulu tasarısına karşı, aralarında profesörler Dankwart Rustow, Tibor Halasi-Kun, J.C. Hurewitz, Halil İnalcık, Avigdor Levy, Stanford Shaw, Frank Tachau, Pierre Oberling, Bernard Lewis, Heath Lowry, Justin McCarthy, Alan Fischer ve Roderick Davison’un da bulunduğu bir grup bilim adamının yayımladıkları bildiri hatırlardadır. Fanatik Ermenilerce yürütülen yıldırma kampanyası sonucunda, bu isimlerden önemli bir bölümü “sessizleştirilmişlerdir”
 
(http://www.eraren.org/bilgibankasi/tr/index2_1_2.htm)
 
Geçmişten ders çıkarılarak, sonuca yönelik yeni bir dönemin başlangıcını ifade eden Sayın Başbakan A.Davutoğlu’nun 21 Nisan 2015 tarihli demecindeki şu satırların insaf gözüyle değerlendirilmesi ve yapıcı bir tavırla yaklaşılması düşüncesindeyim: 
 
 “Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında, asırlardır barış ve kardeşlik içinde bir arada yaşamış olan farklı etnik ve dini kökenden pek çok Osmanlı vatandaşı, hafızalarda derin izler bırakan büyük acılar yaşadılar. Birinci Dünya Savaşı koşullarında bu acıları yaşayan, farklı etnik ve dini kökene mensup milletlerin torunları olarak yaşananları anlıyor, hayatını kaybeden masum Osmanlı Ermenilerini saygıyla anıyor, torunlarına taziyelerimizi sunuyoruz.” “Osmanlı Ermenilerinin hatırasına ve Ermeni kültürel mirasına sahip çıkmak Türkiye için tarihi ve insani bir görevdir. Bu anlayışla, bu yıl 24 Nisan günü Ermeni Patrikhanesince düzenlenecek dini bir törenle, Osmanlı Ermenileri tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de anılacaktır Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olduğu dönemde, 23 Nisan 2014 tarihinde yayınladığı mesajda belirtildiği gibi, ‘Türkiye ve Ermenistan’ın, birlikte, kendilerine yakışır bir törenle’ Osmanlı Ermenilerini anmaları çok daha anlamlı olurdu.”
 
“Akdeniz Üniversitesi Sempozyumu’na katılan Azeri kardeşlerimizin taze yaralarına ve feryatlarına ve Anadolu insanın yaşadığı kıyım ve acılara rağmen, Türkiye’nin açtığı sorun çözmeye yönelik bu dostluk sayfasından, Sayın Cumhurbaşkanının, Başbakan ve ilgili bakanların dostluk mesajlarından sonra çoklarının söyleyecek bir söz ve bahanesi kalmamalıdır. Başta bir din önderi olarak bir barış ve dostluk elçisi olması gereken Papa’nın da, takipçilerinin de dostluk duygularını canlandırma noktasında bundan daha ileri bir adım beklemesi insafsızlık olacaktır. Diaspora’nın inadı ve peşin fikirleri artık herkesin malumu olmuştur ancak yaşanan talihsizliklerden acı çekmiş insaf ehli Ermenilerin de artık içilen baldıran zehirinin farkına varması, tarihi kin ve nefretten sıyrılarak makul ve mantıklı bir çözüm için çaba göstermesi gerekir. Bu yeni adım; her iki toplumun da ortak yararı ve geleceği için tek çıkar yol olarak karşımızda durmaktadır.Yapılan açıklamalar ve uzatılan dostluk eli havada kalmamalıdır.”