SON DAKİKA
Doç. Dr. Nejdet GÖK
Sinema ve Din Sempozyumu Ardından– İslami veya Dini Sinema mı? Yoksa Müslümanca Sinema mı?
25 Mayıs 2015, Pazartesi
Ensar Vakfı, Değerler Eğitimi Merkezi (DEM) ve ABD Nebraska Omaha Üniversitesi işbirliğiyle 21-23 Mayıs 2014 tarihleri arasında İstanbul’da güzel bir etkinlik gerçekleştirildi. Alanında ilklerden biri olan Uluslararası sempozyum, Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi'nde başladı ve 22-23 Mayıs’ta Barcelo Eresin Hotel’de eş zamanlı oturumlarla devam etti. Sempozyuma toplam 20 ülkeden ve Türkiye'den bilim adamları ve sinemacıların katıldı ve üç gün boyunca 90 bildiri tartışıldı. 24 Mayıs günü yapılan şehir gezisi kapsamında Ayasofya ve Topkapı Sarayı ziyaret edildi. Öğleden sonra yapılan boğaz turu ile de tamamlandı.
 
Türkiye’deki seçim gündemi ve hareketli atmosfer olmasa, sempozyuma bir çok önemli ve dikkat çekici şahsiyet de bizzat katılabilirdi ancak yoğun gündem nedeniyle bir çoğunun kutlama telgrafı ile yetinmek zorunda kaldığına şahit olduk. Ama her şeye rağmen Ensar Vakfı ve DEM’in çalışkan ve gayretli personeli ki, -bir çoğu hanım kızlarımızdı- iyi bir iş başardılar. Yazımın başlangıcında öncelikle onları tebrik etmek istiyorum.Ayrıca ev sahiplikleri de kusursuz denecek kadar mükemmeldi.
 
Şüphesiz sempozyumun dikkat çeken katılımcılarından birisi; Nebraska Omaha Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. William Blizek idi. Prof.Blizek; Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi'ndeki sempozyumun açılışında, böyle bir etkinlikte yer almaktan ve İstanbul'da olmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Çok sempatik bir akademisyen olarak; Farklı köken, dil, din, kültür ve disiplinden, birçok araştırmacının,  sinema ve din konusunu konuşmak için bir araya geldiğini, hem din hem sinema hem de medyayla ilgilenmenin çok kolay olmadığını, sempozyumun tüm katılımcılar için harika bir tecrübe olacağını ifade ettikten sonra, din ve sinema alanında çıkardıkları dergiyle ilgili çalışmalar hakkında bilgi verdi. Blizek, Söz konusu derginin akademik platformda önemli bir konuma geldiğini, din ve sinemaya ilişkin her türlü akademik disiplini de kapsadığını aktardı. Umarım Blizek’in, akademik ve bilimsel anlayışın bir gereği olarak, dile getirdiği dilek ve temenniler sonraki sempozyumlarda daha da belirgin şekilde gerçekleşme imkanı bulur.
 
Sempozyum düzenleme kurulundan Yrd. Doç. Bilal Yorulmaz da konuşmasında, Türkiye'deki sinema ve din ilişkisine dair çeşitli örnekler verdikten sonra 2000'li yıllara kadar bu konuda çok az çalışma yapıldığını özellikle vurguladı. Ayrıca; Sinema ve din alanında bir farkındalık oluşturmayı planladıklarını, Türkiye'de sinema ve din alanında bir değer oluşmak istediklerini kaydetti. Yine sempozyum düzenleme kurulundan Doç. Dr. Nuri Tınaz da "milli sinema" kavramına dikkat çekti. Bu kavramın ilk defa 1970'li yıllarda Yücel Çakmaklı tarafından ortaya atıldığın, Milli sinemanın "sanat toplum içindir" anlayışını kapsadığını, Necip Fazıl Kısakürek'in Büyük Doğu Dergisi'nde sinemayla ilgili yayımladığı "Beyaz Perde" isimli yazısının da bu akımın başlangıcı olduğunu, ilk ürünününün de merhum Yücel Çakmaklı'nın yönetmenliğini yaptığı Birleşen Yollar filmi olduğunu hatırlattı.
 
Uluslararası Sinema ve Din Sempozyumu, 23 Mayıs Cumartesi günü yapılan 'Değerlendirme Oturumu' ile sona erdi. Değerlendirme Oturumunda konuşan bilim adamları “Sinema ve Din meselesini tartışmakta geç kalınmıştı” fikrinde birleştiler. Sempozyumun düzenleme kurulu üyelerinden biri de İTÜ öğretim üyesi Doç.Dr.Mehmet Ali Doğan idi.Hocası olmaktan gurur ve onur duyduğum bu çalışkan şahsiyet, Bilkent yıllarından beri çok işi yapıp, vitrinde en az görünmeyi, az ve öz konuşmayı kendisine şiar edinmiş birisiydi. Hala da öyle kaldığını görmek beni ayrıca memnun etti. 
 
Kapanış oturumunda konuşan DEM Genel Koordinatörü Hulusi Yiğit ise sinema ve din konusunda ilk sempozyumu yapmaktan dolayı memnun olduklarını : “Sempozyuma katılan bilim adamları, sanatçılar ve gazetecilerin ortak yorumu böyle bir sempozyumun yıllar önce yapılması gerektiği şeklindeydi. Geç kalınmış bir çalışmayı yapmaktan dolayı mutluyuz. Değerler Eğitim Merkezi olarak çok sayıda teşekkür aldık.” Cümleleriyle ifade etti. Sempozyuma emeği geçenleri bir bir zikrederek teşekkür etmesi de güzel bir davranıştı doğrusu.
 
Umarım belirtildiği gibi, bu önemli sempozyumun bildirileri kısa süre içinde bir  kitap olarak yayınlanır ve daha geniş çevrelere ulaşması sağlanır.
 
Sinema ve Din ile Olan Yakın Alakam 
 
Öncelikle bendeniz bir sinema adamı, sinema yapımcısı veya iletişim uzmanı değilim. Ancak bir ilahiyatçı, bir Osmanlı arşiv uzmanı, Osmanlı tarihçisi ve bunlara ilave olarak Sayın Atilla KOÇ’un bakanlığı döneminde; Hasbelkader, kısa bir süre İstanbul Telif Hakları ve Sinema Bölge Müdürü, İstanbul Müzeleri Şube Müdürlüğü’nde uzman ve Kültür Bakanlığı Strateji Uzmanı olarak görev yaptım. Bu süre zarfında yüzlerce dosyayı inceleme, değerlendirme, kayıt ve tescilini onaylama şansını yakaladım.İdari açıdan sıkıntılı bir dönemde sinema dünyasının dışında, yeni bir isim düşünülmüş olmalı ki, böyle bir görev tevdi edildi. Ayrıca; Benim yaşlarımda olup da, Yücel Çakmaklı ve Milli Sinema’yı tanımamış muhafazakar bir kişi olacağını tahmin etmiyorum. Dönemin kazandırdığı bu merakın ötesinde bir de idareci olarak bu işe girince, sinema da bir sempatizan olarak hayatımın bir parçası gibi oldu.
 
Böyle bir sempozyum yapılacağını duyunca edindiğim bilgi ve birikimi, gözlemlerimi, özellikle bu alana ilgi duyan gençler ve meslekdaşlarımla paylaşmak istedim. Bu nedenle Türk sinema tarihi, ilk filmler, ilginç sahneler veya genel içerikten çok, bugüne kadar yapılan Osmanlı Arşiv kataloglarında ilk dönem sinema tarihi ile ilgili bazı taramalar yapmaya, kavramsal bazı sorunlar, teknik ve idari sıkıntılar üzerinde durmaya çalıştım. Bu arada kendileriyle konuşma veya görüşme imkanı bulduğum bazı duayen sinemacıların tesbit, eleştiri, dilek, sitem ve temennilerine de işaret edeceğim. 
 
Türk Sineması Kısa Tarihçe
 
Türk Sineması genel bir kabül olarak; “Sinemanın Türkiye’ye Gelişi ve Çevrilen İlk Filmler”,”Tiyatrocular Dönemi”,”Geçiş Dönemi”,”Sinemacılar Dönemi’nin İlk On Yılı” olarak ana başlıklarla ele alındıktan sonra;”Yeni Türk Sineması’nı da, 60’lı ve 70’li yıllardaki durumu, 80 yıllardan sonraki durumu olarak iki ana başlık altında incelenmektedir.Bu incelemeler yapılırken belirli dönemlerin sinemaları, ya türlere göre ya da yönetmenlere göre ele alınmaktadır.(Onaran,1999:10). Bununla birlikte ideolojik bir sınıflandırmada daha farklı bir ayırım veya dönemlendirme yapmak gerektiği de açıktır. İlk kopyacılık dönemi ve Tiyatrocular devri bir tarafa bırakılacak olursa, Ulusal ve Milli sinema dönemi sonraki yıllarda daha belirgin bir görünüm alacaktır.
 
“Türk Sinema Tarihi 1896-1997” adlı ünlü eserin yazarı Giovanni Scognamillo’ya göre ise; Türk sinemasının ilk 63 yılı (1896-1959) bir hazırlık dönemini oluşturmaktadır.Her ne kadar bu dönem içinde Türk sineması “konuşmaya” kendine özgü bir sinema dili oluşturmaya başlıyorsa da bir sonraki 27 yıl, tüm malzeme bolluğu, bunalım ve aşırılıklarıyla ülke sinemasının en zengin, en olgun, en araştırmacı, tartışmalı, karmaşık, inişli çıkışlı ve güncel bölümünü oluşturur.(Scognamillo,1998:8) Türk Sinema tarihinde ilk defa 1903 yılında Sinema Nizamnamesi hazırlanıyor. Bu nizamnamenin amacı filmlerde genel ahlâk ve edebe uygunluk ilkelerini uygulamaktır.
 
Dini film, dini sinema, din motifli sinema, milli sinema, beyaz sineme ve benzerleri…
 
Dini ve milli değerlere olabildiğince saygılı sinema ve diziler için bugün bile net bir isimlendirme yapılabilmiş değildir maalesef.Ancak –her ne kadar birileri için eskimiş kavram veya tanımlama gibi- yorumlanıyor olsa bile merhum Yücel Çakmaklı’nın “MİLLİ SİNEMA” deyimi günümüzde de en derli toplu ve anlamlı bir tabir olarak dikkatimizi çekiyor.Ancak burdaki “MİLLİ” anlayışı, günümüzden daha farklı bir biçimde; rahmetli Necip Fazıl ve Necmettin Erbakan’ın “Milli Selamet Partisi” anlayışındaki milli kavramı olduğunu belirtmeliyim. 
 
Tarihi, dini, manevi ve kültürel tüm değerlere, bizi biz yapan değerlere saygılı bir sinema. Burada her hangi bir ırk,mezheb, tarikat,cemaat veya dini dışlama, alaya alma söz konusu değildir. Bu, ideolojiden öte bir düşüncedir.Bu kültür içinde 72 milletin emeği ve teri vardır. 
 
Dini motifli ilk filmler
 
Osmanlı sinemasında; din veya dini motifler ilk kez, milli ve tarihi temalarla birlikte, halkın milli değerlerine vurgu yapmak, inanç ve moral değerlerine tercüman olmak amacıyla kullanılmış olduğunu anlıyoruz.
 
Bu türün ilk tipik örneği 14 Kasım 1914’te Fuat Uzkınay tarafından çekilen Ayestefanos anıtının yıkılışını ele alan ilk Osmanlı filmi olmalıdır. Bir işgal ve hakaret abidesi olan bu anıtın yıkılışı tarihi bir belge olarak filme çekilmiş ancak hiç bir kopyası günümüze kadar ulaşamamıştır.Anıtın bir zorbalıkla Ruslar’ın baskısı sonucu Yeşiköy’e diktirilişi, kuşkusuz o günkü Osmanlı idarecileri ve toplumu üzerinde ağır bir travma oluşturmuş olmalıdır ki, çok zaman geçmeden anıtın yıkılışı adeta milli bir bayram havasıyla filme çekilmiştir.Bu filmde dini duyguların salt bir ideolojiden öte, milli, tarihi ve kültürel his ve değerlerle birlikte ele alındığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
 
İlk filmler konusunda; Daha net bir şeyler söyleyebilmek için, Öncelikle Osmanlı arşivlerindeki tasnif çalışmalarının tamamlanması, hala kapalı olan Marmara Üniversitesi Bünyesi’ndeki Sinema Arşivi’nin açılması, tasnif olunması, ayrıca ilk dönemlerde Mısır Sinemasıyla ortak yapılan sinema çalışmalarının her iki ülke arşivlerini de inceleyerek ortaya çıkarılması, hatta buna Kral Faysal’lı yıllar dediğimiz 70’li yıllar için-Suudi Arabistan Karaliyet arşivini de ilave edilmesi gerekir. Onun pan-islamizm polikası önemliydi.Türk sinemasını da teşvik etmiş, dini alanda ilk film ve belgesellerin çekilmesinde ciddi destek olmuştur. 
 
Vedat Örfi Bengü ve Türk-Mısır Sineması Denemesi
 
Sempozyumda dinlediğim bir bildiride değerli meslekdaşımız Mısır’lı Hosam Abdelcelil “Mısır Sineması’nda Dini Filmler” konusunu işledi. 1926 yılında, Atatürk döneminde Vedat Örfi Bengü (1900-1953)’nün çabalarıyla Mısır-Türkiye ortak yapımı Hz.Muhammed’in hayatını konu edinen bir filmden bahsetti.Ancak el-Ezher ulemasının izin vermemesi nedeniyle proje yarım kalmıştır. Bizdeki bazı bilgilere göre; Sadrazam Halil Rifat Paşa’nın torunu, Mehmet Ali Paşa’nın oğlu olan Vedat Örfi Bengü, İstanbul’daki çalışmalarından sonra, 1925'te Mısır'a gitti ve "Isis Film Corporation" adında bir film şirketi kurdu. Mısır sinemasının kurucuları arasında yer aldı. 1928 yılında Fransa'da yönettiği L'Enfer des Sables adında bir sesli film çekimi denedi. Mısır'da 14, Fransa'da 8 film çekti ve "Şarkın Valentinosu" yakıştırmasıyla anıldı.Ancak dün tebliğ sunan Mısırlı meslekdaşımızın da ifade ettiği gibi,dini film çekme çalışmaları Ezher’in vetosuyla karşılanmıştır. Vedat Örfi Bengü, İstanbul'a döndükten sonra, 1931'de, Atıf Kaptan ile ortaklaşa bir tiyatro topluluğu kurdu. Anadolu'yu gezip çeşitli oyunlar sergilediler. Türkiye'deki ilk filmini 1947'de çekti. Çeşitli filmlerde oyuncu olarak da yer alan Örfi'nin oyunculuğu Lütfi Ö. Akad'ın Vurun Kahpeye adlı filminde dikkatleri çekti. 1950'de kızı Ülkü'nün adını verdiği Ülkü Film'i kurup yapımcılığa başlıyor.
 
Günümüz Terminolojisi ile Geçmişi Kavramaya Çalışmak
 
Dini sinema veya din motifli sinema kavramları günümüz insanına bir şeyler anlatıyor olsa bile doğrusu sakat ifadelerdir.Örneğin Osmanlı’da din motifli film deyice tarihi filmler akla gelir. Aslında Osmanlı gibi bir devlet ve toplumda sinema, edebiyat, sanat, kültür vs.alanları birbirinden kesin çizgilerle ayırmak da sakat bir yaklaşımdır. Bu durum; milli veya ulusal, seküler, laik, la-dini vb.kavramların bakış açılarını belirlediği ve düşünceleri katagorize ettiği ırkçı ve ulusalcı devlet anlayışının bir sonucudur.Bu anlayışla Osmanlı arşiv vesikalarına bakan tarihçilerimizden bir çoğu maalesef vesikaları bile “dini karakterli” veya “dini karakterli olmayan” vesikalar şeklinde sınıflandırmış, iş kadı belgelerine gelip dayanınca ne söyleyeceğini şaşırmıştır.
 
Bu tür bir yaklaşım ve anlayışla çok kültürlü Osmanlı medeniyetini ve o medeniyetin ürünlerini kavramak, yorumlamak ve tasnif etmeye kalkışmak, sanırım mantıklı ve bilimsel bir yaklaşım olamaz. İkinci yazımda söz edeceğim üzere; Bu tebliği hazırlarken; eski bir meraklısı, aynı zamanda sinema ve telif hakları eski bölge müdürü olarak Türk Sinemasına koca bir ömür vermiş, bir kaç duayen sinema emekçisi ile konuşma, görüş ve değerlendirmelerini alma şansım oldu. Hemen hemen hepsi Osmanlı’da din motifli sinema hangisi veya hangileridir? sorusunu ilginç buldular. Ayrıca cevabının da net olmadığını ifade ettiler ki, bu da bizim düşüncemizi destekleyen bir husustur. 
 
İlk Dini Film -İlk Tepki
 
Sinemanın -özel olarak da olsa- ilk kez Osmanlı saray ve konaklarına girdiği 1896 yılından devletin yıkılışına kadar olan devrede, Yakup Kadri’nin, “Nur Baba” kitabından uyarlanan “Nur Baba veya Boğaziçi Esrarı” adlı 1922 yapımlı filmin dışında özellikle din motifli veya din temalı, ideolojik bir başka yapımdan maalesef söz edemiyoruz. En azından mevcut bilgilerimiz böyle diyor.Filmde bir Bektaşi tarikat şeyhinin ikiyüzlülüğü ile sahtekarlıkları cinsellikle de karıştırılarak anlatılmaktadır.Ancak film şiddetli tepkilerle karşılaşmış, Bektaşi müridleri film setini basmış, oyuncuları darbetmişlerdir. Bu nedenle de yarım kalmıştır.Buna benzer bir kaç yarım film olduğu da yine sinema tarihçileri tarafından nakledilmektedir.    
 
1922-1950 Arası Dönem-Cumhuriyetin Kuruluş Felsefesi
 
Cumhuriyet devri ile birlikte ortaya çıkan yeni zihniyet ve değerlerle birlikte Türk Sinema anlayışında da köklü değişiklikler karşımıza çıkmıştır. 1922-1950 Yılları Arası olarak ele alınan ilk dönemde; Türkiye Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi  ve tek parti döneminin hakim ideolojisi her alanda olduğu gibi dini ve kültürel film anlayışında da kendine özgü bir görünüm sergilemiştir. 
 
Tiyatrocular dönemi
 
Sinema tarihçileri, genel olarak birbirinden biraz farklı sınıflandırmalar yapmış olsalar da bazı dönemler için hem-fikir sayılabilir.Bunlardan biri de: 1923-39 yıl¬larını kapsayan dönemin “tiyatrocular dönemi” olarak adlandırılmış olmasıdır.Sözkonusu dönemde Osmanlı kurumları gibi, din de artık geçmişte kalmış, bir sömürü aracıdır. Sahtekar din adamları da bunun en çarpıcı örnekleridir. Aynaros Kadısı, Bir Kavuk Devrildi, Vurun Kahpeye gibi filmler de ilk örneklerdir. Bu devre damgasını vuran yönetmen Muhsin Ertuğrul’dur. 
 
Hazretli Filmler
 
1950’lerin ortasından başlayıp 70’lere kadar uzanan dönemi kapsar. Ticari kaygılar dışında, toplum hayatının dışına itilmiş, hayali ve nostaljik bir din anlayışını halka “eskide yaşanmış ama günümüzde imkansız bir inaç” gibi takdim etme dönemidir. Hz.Yusuf, Hz.Ömer, Hz.Eyyub ve diğerleri. Ayrıca mübarek şahsiyetler ağzından günlük siyasi mesajları aktarma ve kabül ettirme, devlet eliyle oluşturulmaya çalışılan yeni dini anlayışı geniş kitlelere yayma çabasıdır.
 
1950’den Sonraki Dönem
 
50’li yılların başından itibaren bu anlayış kısmen de olsa değişecektir.Yeşilçamın din içerikli film anlayışı 60’larda yeni bir ivme kazanacak,70’li yıllardan itibaren çok sayıda örnek ortaya çıkacaktır. Bülent Ecevit-Necmettin Erbakan hükumeti sonrasında gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı ve sonrasında Türkiye’ye uygulanan anbargo veya tecrid politikası dini ve milli hislerin tahriki ve devlet eliyle canlandırılma çabaları gibi iç dinamikler, Kral Faysal’ın pan-islamizm anlayışı gibi dış etkiler dini içerikli film yapımında da önemli bir artışa neden olmuştur. Türk Sinema tarihinin en başarılı film pazarlaması da yine bu dönemde gerçekleştirilmiştir.Günümüzde dizi yapım ve pazarlamsında ABD’den sonra 2.sırayı alan Türkiye, maalesef sinema alanında aynı başarıdan epey uzak durumdadır.Zaman zaman uluslararası ödül alan filmlerimiz bile maalesef sınırlı bir seyirci kitlesine ulaşabilmektedir.  
 
Yücel Çakmaklı Yıllar ve Milli Sinema
 
Günümüzde Milli Sinemanın kurucusu kabül edilen Yücel Çakmaklı, kısıtlı imkanlara rağmen, özellikle 70’li ve 80’li yıllarda dini ve İslami sinema, bir başka deyişle “Beyaz Sinema” nın en güzel örneklerini sergileyecektir. Ancak onun eserleri salt dini filmlerden öte, ideal bir yaşam tarzını ve dünya görüşünü beyaz perdeye aktarması açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Ancak unutulmaması gereken nokta: Yücel Çakmaklı ve daha sonra Mesut Uçakan gibi dini ve milli sinema ustalarının yetişmesinde MTTB’nin oynadığı tarihi roldür.Bünyesindeki sinema klubü sadece bir kaç yapımcı yetiştirmekle kalmamış,dini ve milli sinemada bir dönüm noktası olmuştur.Dini ticarileştirerek bir sömürü aracı haline getiren 60’lı yıllar dini filimlerinin yerine, din merkezli bir hayat tarzı ilk kez MTTB’nin çabalarıyla perdeye aktarılabilmiştir. MTTB ayrıca çok sayıda tiyatro ve sinema sanatçısının yetişmesine de zemin oluşturmuş, Salih Diriklik başkanlığındaki MTTB Sinema Kulübü bir dönem çok önemli bir rolü yerine getirmiştir. 
 
Görüleceği üzere sinema ve din konusu epey uzun bir mesele. Bu bir giriş gibi oldu. İkinci yazıda MTTB sonrası Milli Sinema, duayen sinemacılar Agah Özgüç, Yılmaz Atadeniz, Mesut Uçakan vb. ile yaptığım görüşmeleri, arşivlerimizde sinema ile alakalı vesikalardan ilginç olanlarını özetlemeye çalışacak, eski bir sinema ve telif hakları müdürü olarak; görev yaptığım günlerde karşılaştığım sinemanın idari ve teknik bazı sorunlarına genel bir çerçeveden işaret etmeye çalışacağım.
 
Doç.Dr.Nejdet GÖK
Telif Hakları ve Sinema Eski Bölge Müdürü,
Necmettin Erbakan Üniversitesi 
SBBF Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
Konya, 25.05.2015