SON DAKİKA
Doç. Dr. Nejdet GÖK
Beyşehir Eşrefoğulları Camisi ve Düşündürdükleri Cami mi Saray mı? (Eşrefoğulları 3)
31 Ocak 2016, Pazar
Bu köşenin takipçilerinin yakından bildiği üzere; Daha önce Eşrefoğulları ile ilgili Eylül 2014 yılında iki ayrı makale kaleme almış ve bu köşemde yayınlanmıştı.Bunlardan ilki olan; "Eşrefoğulları Bağımsız Bir Beylik miydi?”  başlıklı yazımda, 11-13 Eylül 2014 tarihlerinde Beyşehir’de yapılan "Uluslararası Orta Anadolu ve Akdeniz Beylikleri Tarihi, Kültürü ve Medeniyeti Sempozyumu-I, Eşrefoğulları” ile ilgili kısa bir değerlendirme yapmış, emeği geçenleri kutlamış, özellikle de Eşrefoğulları’nın, diplomatika ilmi açısından bir beylik olup olmadığını sorgulamış, şahsi düşüncelerimi dile getirmeye çalışmıştım. 23 Eylül tarihli "Eşrefoğulları II” başlıklı yazımızda da "Konyalı Kemaleddin’in "Takarirü’l-Menasıb” (Devlet Makamlarına Tayinler) Adlı İnşâ (Diplomatika) Eseri Hakkında Bazı Tesbitler” üzerinde durmuş, söz konusu inşa eserinin Konyalı Kemaleddin’e ait olduğunu vurgulamıştım. O günden beri aldığım olumlu veya olumsuz bazı tepkiler Eşrefoğulları ile alakalı bu üçüncü yazıyı kaleme almamı zorunlu hale getirdi denilebilir. 

İlk yazımda; Beyşehir’deki Eşrefoğlu Cami için: "Cami mi saray mı? Yoksa her ikisi mi?” sorusunu sormuştum.Bu yazımda bu soruya daha anlaşılır, makül bir cevap bulmaya ve karanlık bazı noktaları izah etmeye çalışacağım. Bu süre içerisinde, cami ile alakalı daha önce kaleme alınmış bazı eserleri bir kez daha gözden geçirme fırsatı yakalamış oldum. Bunlardan birisi de yıllardan beri caminin imam ve hatipliğini yapan İsmail Efe’nin kitabıdır. Sempozyum sonunda bu güzel çalışmadan bir tanesini de benim için imzalamıştı. Özellikle görsel malzeme açısından emek mahsülü bir kitap olduğunu ifade etmeliyim. Ancak içeriğinin önemli bir bölümü cami ile alakalı daha önce bir çok kitapta verilen bilgilerin tekrarı olmuş. Bu arada daha önce yazılmış kitaplardaki eksik okuma ve bilgileri de ilave etmeye çalışmış.

Kişisel yorum ve tespitlerime gelince: Eşrefoğlu Camii’nin itikaf ve çilehane bölümü ile ilgili verilen bilgiler, önceki yazılarımda ısrarla ifade etmeye çalıştığım, caminin aynı zamanda saray niyetine kullanılmış olduğu iddialarımın da en sağlam delilleri arasına girmiş oldu. Caminin söz konusu gizli bölümlerini iyice üncelemeden, cami altındaki dehliz ve tünellerin bir saray izlenimi doğurduğu şeklindeki iddia, beyliklerde olması gereken bağımsızlık alametlerine dayanarak, ilk bakışta ortaya çıkardığım diplomatika açılı bir yorumdu. Kitaptaki bu bilgiler ve yerinde incelemelerden sonra Eşrefoğulları Camii’nin, -en azından bazı bölümlerinin-bey sarayı ve divanı şeklinde kullanıldığı konusunda şüphelerimi de tamamen ortadan kaldırmış oldu.

Müstakil Saray yaparak Selçuklu Sultanı ve İlhanlı Han’ının gazabını çekmek istemeyen Eşrefoğlu Seyfeddin Süleyman Bey ve çocukları caminin alışılmadık büyüklükteki itikaf ve çilehane bölümlerini saray amaçlı kullanmışlar, tehlike anında kaçabilmek için alttaki çilehane, dehliz ve göle ulaşan yolları  Hazırlamış olmalıdırlar.Yıllar önce yaşlıların aktardığı tarihi rivayetler denilen "oral history” de bu görüşümüzü teyid etmektedir. Söz konusu kitapta, itikaf mahalli kapısı üzerinde yer alan kitabenin zamanla silindiği,tünel ve yolların da bazı nedenlerle tahrip olup, çöktüğü de belirtilmektedir.

Şahsi düşünceme göre; İtikaf mahallinin yan sahınlarındaki parmaklıkların ortalarına 0,95 metre en, 1.90 metre yüksekliğinde,tepe taçları sade olan "Bursa kemerli” birer kapı aralığı vardır.Soldaki kapı aralığının üstüne küçük bir Arapça kitabe konulmuş ancak günümüze bütün olarak ulaşmamıştır: "Kendisine itaat edilen bir melik (kral) olmadığın müddetçe (o melikin) yaratıcısına itaat eden bir kul ol. Eğer istediğin gibi dünyanın tümüne sahip olamıyorsan onun tamamını terket!” şeklindeki Arapça kitabeyi de kazıtmış olabilir. Günümüze sadece: "….et ki melik olursun” şekli kalmış (Divanü’t-Tuğraî’, (Kostantiniyye 1330), sh.67’den naklen İsmail Efe, Eşrefoğlu Camii ve Külliyesi, Dokuz Yayınları, II.Baskı, (Konya 2013), Sh.107.)

Gerek bu kitabede yer alan yazının içeriği ve gizli kaçış yollarının stratejik önemi göz önüne alındığında, bunların sadece zamanın insafsızlığı sonucunda tahrip veya yok olduğunu düşünmek biraz safdillik olur sanıyorum. Dedesi ve babasının fırsat bulamadığı bir yola girerek, bağımsızlık iddiasında bulunan, İlhanlı Han’ın adını kaldırıp kendi adına sikke bastırıp inşâ kitabı hazırlatan II. Süleyman, daha önce de vurguladığım gibi İlhanlıların Anadolu valisi Timurtaş Noyan tarafından şiddet ve vahşetle cezalandırılmıştır. Öyleki II.Süleyman’ın üzerine bir ordu ile gidilmiş, kendisi yakalanmış, burnu, kulakları ve hayası kesilip boynuna takılmış, gözleri oyulmuş, ağır işkencelerden sonra Beyşehir gölüne atılıp öldürülmüştür. 

II.Süleyman; Osmanlı devlet anlayışında "Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe!” vecizesiyle bayraklaşacak olan "Kızıl Elma” mefkuresinin Eşrefoğulları devrinde tecessüm etmiş şekli gibidir. Yarım asır önce Bağdat İslam Halifeliğini ortadadan kaldıran Hülagü’nün torunlarına karşı bir şahsiyetli duruş sergilemiş, kendi adına para bastırıp bağımsızlığını ilan etmiş, savaşmış ancak zalim düşmanı Timurtaş Noyan’a esir düşmüş, tasvir etmek ve yazmaktan haya ettiğim işkencelere uğratıldıktan sonra Beyşehir gölüne atılarak katledilmiştir. Hamidoğlu Dündar Bey ve onun Moğol Tatarları elinde katledildiği günlerden altı ay önce Orhan Bey Bursa’yı fethetmiş, güneyde bir güneş gurub ederken batı da bir başka İslam hilali tulu etmeye başlamıştır. Bu aynı zamanda Eşrefoğlu II.Süleyman Bey’in şahsında Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde yaklaşık bir asırdan beri kurulan bir hayalin gerçekleşmesi demektir. Başta Germiyanoğulları oğulları olmak üzere; Birçok Anadolu beyliğinin, -sıkı bir mücadeleye girmeksizin- Osmanlı’yı desteklemelerinin nedeni ve sırrı da bu olsa gerektir. 





Eşrefoğlu II.Süleyman’ın bağımsızlık alameti olarak kendi adına bastırdığı sikkesi.

 
Eşrefoğlu Cami Bey Mahfeli-Çilehane ve Dehliz Bölümü Üstü-Nejdet GÖK